Siyasi tarihi iktidarlar açısından “çevrimsel” olarak değerlendiren çok önemli tarihçiler vardır…
Doğu’dan ve Batı’dan pek çok önemli ismi sıralamak mümkündür; Niccolo Machiavelli, İbn Haldun, Nikolai Kondratiev, Herfried Münkler gibi daha niceleri, iktidar gücünün çevrimsel olarak ilerlediğini, iniş ve çıkışların kaçınılmaz olduğunu güçlü örneklerle savunurlar…
Bu anlamda temel olarak imparatorluk, cumhuriyet ya da son dönemdeki çevrimlerin temel dinamiklerini birbirinden iyi ayırmak gerekiyor…
Bugün yaşanan çevrimin “hegemonyal” bir karaktere sahip olduğu ve sadece iktisadi iktidarı güçlendirmeye çalıştığı çok aşikârdır…
Oysa bir devlet yapısı içerisinde dört temel iktidar biçimi vardır: Siyasi iktidar, ekonomik iktidar, askeri iktidar ve ideolojik iktidar olmak üzere…
Sadece ekonomik iktidarın kıskacına girmiş bu “hegemonyal çevrim”deki en önemli ülke hiç kuşkusuz ABD’dir…
Bu noktada Rusya’nın da farklı davrandığı söylenemez…
Aksi halde Rusya’nın Suriye politikasını izah etmeniz çok mümkün olamayacaktır…
Siyasi ve ideolojik iktidarı arka plana iten hegemonyal devlet anlayışları maalesef insani koşulları da hesap cetvelinin dışında tutuyorlar…
Sadece ama sadece ekonomik çıkarları gözeten bir anlayış için “her yol mubah” durumu ortaya çıkıyor; üzerine basılanın ne olduğunun anlamsızlığı ile…
Hegemonyal çevrimin üst sınırında olan devletlerin orduları da, çıkarlara ulaşma konusunda o nispette “barbar” bir tutum takınmaya başlıyorlar…
Her yolun mubah olduğu bir gaye uğruna…
ABD ve Rusya ordularının işgal ettiği ya da sözde “barış” götürdüğü topraklardaki harekât biçimlerine baktığımızda, bu barbarlığın her rengini görmek mümkündür…
Büyük devletlerin elinde bulundurduğu devasa kitle imha silahları sebebiyle birbirlerine karşı bir savaş ilan etmelerinin neredeyse imkânsız olduğu günümüzde, tabir yerindeyse ateşin altını kısmak adına işi vekâletçilere havale etmeleri, kitleleri koruyormuş gibi görünse de barbarlığın seviyesini en ilkel koşullara kadar sürükleyebiliyor…
Barbarın acımasızlığını katbekat artıran süper güç desteğinin, hiçbir onur ya da haysiyet taşımadığı da, zulümleri ile belgelenmektedir…
Türkiye’nin bu coğrafyada işinin ne denli zor olduğu, her geçen gün biraz daha belirgin hale geliyor…
Bu zorluk, girilen gelişmişlik yolunun önümüze çıkardığı bir zorluktur…
Roma imparatoru Octavianus etrafındaki bütün güçlere karşı bir denge kurarak çatışmaları engelledi ve her açıdan iktidarını dengeye taşıdığı için de kendisine Roma Meclisi tarafından “Augustus” (yüce) unvanı verildi…
Bugün de “Augustus eşiği” olarak siyasi tarih literatüründe kullanılan kavram, bu dengelenmeye işaret ediyor…
İşte Türkiye’de yılmadan ilerleyişini sürdürmek ve geriye artık dönemeyeceği bu yolda bir an evvel kendi “Augustus eşiği”ni ulaşmak zorunda…
Masanın her geçen gün daha fazla samimiyetsizleştiği, riyakârlığın ayyuka ulaştığı bir ortamda “mert” olmanın faturası da ağırlaşıyor ne yazık ki…
Fakat unutmayalım ki tarihte mertliği ön plana çıkarmış hiçbir kahramanın işi kolay olmadı…
Onların gücü haklı oluşlarındaydı ve zafere ulaştıran da, bu tartışılmaz güç kaynaklarıydı…