Hız sınırı üstüne çıkan ve gideceği yere bir saat önce gittiğini böbürlene böbürlene anlatan birini görseniz ne yaparsınız?
Tabii ki takdir edersiniz.
Sınavdan kopya ile geçtiğini anlatan birini de takdir edersiniz.
İşe girmek veya bir yakınını işe sokmak için torpil bulanı da takdir edersiniz.
Vergiyi nasıl kaçırdığını, devleti nasıl dolandırdığını ballandıra ballandıra anlatanı da takdir edersiniz.
Takdir edersiniz ki, suçuna ortak olmuşsunuz demektir o kişilerin. “Takdir edilecekler” listesi uzayıp gider.
Bu kişileri takdir etmekle kalmayıp bir başka yerde de öve öve bitiremezsiniz.
Dürüstlüğü yüzünden açıkta kalanlara da dudak bükersiniz doğal olarak.
Dürüstlüğü yüzünden başına gelmedik kalmayanı da kınarsınız.
Aldığı trafik cezasını zamanında ödeyenle, araya adam koyup ödemekten kurtulan iki insan arasında seçim yapmak zorunda kalsanız hangisini tercih edersiniz?
Şimdi gelelim asıl meseleye…
Meselemiz şu:
“Gençlik nereye gidiyor?”
Biliyorum bu muhabbet de artık sıktı insanları.
Yukarıdaki anlatılanları bizler kimlerin gözü önünde yapıyoruz?
Tabii ki gençlerin, çocuklarımızın yani.
Peki, soru şu:
Çocuğumuzun yanında bakkaldan gofret çalar mıyız?
Asla! Açlıktan ölsek bile tenezzül etmeyiz.
O halde, hız sınırını aşıp insanların canını tehlikeye atmakta neden beis görmüyoruz çocuklarımızın yanında?
Torpil yaptırarak işe giriyoruz da, torpil bulamayıp işe giremeyen insanın çocuklarının yaşayacağından haberimiz var mı?
84 milyon insanın cebindeki gofreti çalmış olmuyor muyuz vergi kaçırırken? Trafik cezası ödemezken?
Gençlik bunları görüyor.
Önce yumruk kadar kartopu büyüklündeki kötülük yuvarlana yuvarlana çiğ oluyor ve yığınlarca masum insan o çiğin altında kalıyor.
E ama herkes yapıyor? Diyoruz değil mi?
Herkes yapıyor’dan;
“Herkesten bana ne, ben onurlu yaşamaya talibim.” diyemediğimiz müddetçe, bizim çocuklarımız o çiğin altında kalmaya mahkûmdur.
Sıkça tekrar ettiğimiz cümleyi buraya da alalım:
Gençlik hiçbir yere gitmiyor; gençlik, sen nereyi işaret ediyorsan oraya gidiyor!