Toplum, insanlık için işlevsel bir zorunluluktur. Sistematik bir düzen, bütünleşmiş bir yapı ve insanın dünyadaki işlerini ilahi kanunlara göre şekillendirebilmesini ve anlamlandırabilmesini sağlayan bir örgütlenmedir. Bireyler amellerini Allah’ın dininin uygulanmasına yöneltir.
İçinde yaşadığımız toplumun büyük bir çoğunluğunun “Müslüman” olduğunu söylemesi, kendisini İslam’a yönlendirmesi etmesi önemli bir olumluluktur ve mutlaka değerlendirilmesi, geliştirilmesi gerekir.
Toplumsal birleşim; kişilerin ortak değerlere, ortak duygu ve düşüncelere, ortak tutumlara ulaşarak oluşturdukları toplumsal bilinç (toplumsal bağlar) sayesinde varolabilir. Böylece toplumu oluşturan ortak bir bilinçten ve ortak tavırlardan bahsedilebilir.
Toplumsal sahada Rabb’imizin bağışladığı nimet, tarihi süreç içinde yitirilmiş durumda. Müslüman toplumlarda yaşayan İslami anlayışlarda da, büyük bulanıklıklar söz konusu.
İslami toplumlar, dilleri, siyasi ve ekonomik güçleri, kültürel dokuları, İslam’ın doğru anlaşılıp, doğru okunup, doğru işletilmesiyle sahici ve uzun ömürlü olabilirler.
İslami toplumsal sistemde, amaçlar temelli ve köklüdür. İslam toplum modelinin özü ve temel dayanağı İslam’ın ta kendisidir.
İslam, insanın toplumsallık özelliklerini onaylar ve bu özelliklerin Allah’ın insana verdiği bir nimet olduğunu ilan eder. Allah’ın insanı toplumsal yapması insan fıtratında toplumsallık yaratması bu yüzdendir.
Toplumsal biçimler değişir ve evrilir. Bu değişimi belirleyen en önemli unsur, farklı insanlar ve gruplar arasında kurulan ilişkiler ve bunların sonucunda kültürel gelenekler ve kurumlar arasında meydana gelen karşılıklı taklitler ve asimilasyonlardır.
Bir medeniyeti imha etmenin en etkili ve en garantili yolu, önce onu bileşenlerine ayırmaktır.
Küresel emperyalizm, onu körükleyen azgın kapitalizm, parıltılı ve cezbedâr modernist kültür ve bunların uluslararası bağlantıları doğru okunmadan varacağı yeri net olarak kestirmek mümkün olmasa da, yaşatıldığı süreç itibariyle bir ‘yok oluş ve yok ediş’e götüren bir seyir takip ettiği muhakkaktır.
Küfrün her alanını işgal altında tuttuğu bir sosyal, siyasal ve kültürel ortamda gerek bireysel olarak gerek toplumsal olarak ayakta durmaya çalışmak, okyanus ortasında sandalla yol almaktan farksızdır.
Düşkünlüğün, sinikliğin ve yabancılaşmanın bilincine varılmadığı sürece, hayatımız da kirlenmeye, tıknaz kalmaya ve umut aşılamaktan uzaklaşmaya devam edecektir.
Umut etmeyi başarabilmek; Allah yolundaki yürüyüşün ilk ve en önemli adımıdır!
Bir kollektif yaşamı sürdürebilmek için tam anlamıyla; gelişmiş bir örgütlenmeye ihtiyaç vardır.
Toplumdaki bireyler iletişimsel ilişkiler sayesinde hayatlarını belli bir yönde sürdürmeyi öğrenirler. Diğer bireylerle işbirliği yaparak ve hareket ederek yaşamın önceliklerini sağlamaya çalışırlar. İslami çerçevedeki bir toplum, insanları belli bir düzene yöneltir ve Allah’a itaatin, saygının ve sadakatin sağlanması ve ilahi kanunların uygulanması için kollektif eylemler geliştirir.
İslam toplum modeli, ümmetin birliğine zarar verecek unsurları bertaraf etmek üzere de uygun araçlar geliştirmeye başlar. Toplumun geliştirilmesinin arkasındaki asıl amaç, emri bil maruf ve nehyi anil münker felsefesidir.
O halde mü’minler, imanlarını korumak ve onu toplumsal hayatın temeli yapmak için takvalarını ve kanaatkârlıklarını arttırmak zorundadırlar.
İslam toplumu olarak İslami kişiliğimizi korumak, akidemizin ve imanımızın gereğidir.