Bazı yönetici ve liderlerin, hattâ kendilerini düşünür kabul eden bazılarının, İslam’ın sancağını taşıdığını iddia eden bazı devlet veya grupları elçilerin efendisi Muhammed aleyhisselamın kurduğu devletle ilişkilendiren tutumları bizi hayrete düşürmektedir.
İslam’ın kültürel birikimini ve sîret-i nebiyi okuyan bir Müslüman olarak ben, bu devlet ya da grupların İslamiyet’le ve onun temel ilkeleriyle hiçbir alakalarının olmadığını çok iyi biliyorum.
Batı’da da demokrasi, insan hakları, eşitlik ve adalet sancağını taşıyan ve bu kavramların tamamını sahiplenen devletler; zaman zaman demokratlıklarından uzaklaşmakta, bazı grupların ve devletlerin demokrasi, özgürlük ve laiklik adına işlediği suçlara ve aşırılıklara pirim vermektedir.
Mesela, Batılıların ideal gördükleri demokrasileriyle Mısır yöneticisi Sisi’nin uyguladığı demokrasi arasında önemli bir fark görmediklerini gözlemliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, İslam ile Bağdadi’nin avenesi gibi aşırılıkçı gruplar arasında fark görmeyen bazı Müslümanlara benzemektedirler.
İnsan, kendisine yüklenen emaneti ve mizanı (ölçüyü, dengeyi) yitirdiği zaman kâtil ile maktul, hırsız ile malı çalınan bir olmakta, halkına otuz yıl boyunca baskı uygulayan zorba yönetici ile demokratik seçimle başa geldiği hâlde idamla yargılanan yönetici arasında fark kalmamaktadır.
Sisi’nin seçilmiş demokrat bir başkan olduğunu kabul eden kimse ne dünyayı ne de adaleti anlamıştır! Böyle birinin İslam’ı kavramış olması mümkün olmadığı gibi demokrasiden de fersah fersah uzaktadır.
Biz, Allah Rasulü’nün (sas) Medine-i Münevvere’de devletini nasıl kurduğunu, İslam’ı anlatmak ve insanları ikna etmek için kabileler arasında nasıl mekik dokuduğunu, Mekke’ye (Kâbe’yi ziyaret için) gelenlerle görüşmeler yaparak İslam’ın mesajını, adalet ve ihsan misyonunu üstlenecek bir topluluk bulmak için nasıl çaba sarf ettiğini biliyoruz. Nihayet Yesrip (Medine) halkı ile görüştüğünde, gönül huzuruyla Rasulullah’ın peygamberliğine kani olduklarını, onunla kardeşlik sözleşmesi yaparak onu toplumlarının önderi yaptıklarını biliyoruz.
Rasul-i Ekrem’in (sas) İslam Devleti’ni nasıl kurduğunu ve ne şekilde yönettiğini bilen herkes haricilerin, döneklerin, azgınlık, zulüm ve cinayetle hüküm süren zorbaların kimler olduğunu da bilecektir.
Aynı şekilde biz demokrasiyi biliyoruz, kokusunu alıyoruz, ne zaman adil ne zaman bozuk olduğunu anlıyoruz. Zorba yöneticileri demokrasiyle ilişkilendirmiyoruz. Zorbaların varlığı demokrasiyi tartışmalı hâle getirmez. Keza demokrasi sancağı taşıyan suçluların varlığı da demokrasinin ilke ve esaslarına halel getirmez.
Buna mukabil birçokları, baskıcı yöneticiler, aşırılıkçılar ve teröristlere bakarak İslam’ı tartışmalı hâle getirmeye yelteniyorlar. Onların eylemlerini İslam’a fatura etmeye gayret ediyorlar. Oysa İslam bunlardan beridir. Aynen demokrasinin Sisi ve Eset gibilerinden beri olması gibi…
Ancak, Sisi Avrupa’da ve Amerika’da demokrasi timsali gibi karşılanınca o zaman şaşırıyoruz ve kendi kendimize şu soruları soruyoruz: Acaba Batılılar demokratlığın ne demek olduğunu kavradı mı? Keza Batılılar demokratik yollarla seçilmiş bir başkan ile silah zoruyla yönetimi gasp edip binlerce insanı öldüren, demokrat görünümü verebilmek için seçime giren ama hile karıştıran bir zorba arasındaki farkı ayırt edebiliyorlar mı? Çocukların bile kanmayacağı bu hileleriyle bizi kandırabileceklerini mi sanıyorlar? Yoksa başka marifetleri de mi var Batılıların?
Batılıların Rasul-i Ekrem’in (sas) sünnetini yöntem edinenler ile İslam’dan uzak düşen ve okun yaydan çıktığı gibi İslamiyet’ten çıkanlar arasındaki farkı ayırt etmedeki yetersizliklerini belki mazur görebiliriz. Ancak Batılılar, -bir süre sistemin bozuk gitmesi yönünde başarısız girişimler olmuşsa da- Türkiye gibi uzun bir demokratik geçmişe sahip bir ülke ile uzun bir süredir sadece askerlerin iktidara gelebildiği Mısır arasındaki farkı nasıl ayırt edemezler?
İşte, Sisi’yi ülkesine kabul eden, onu merasimlerle karşılayan, onu anlaşmalarına ve savaşlarına ortak edenler; uluslararası ilişkileri bozan, çağdaş dünyada krizlere ve çatışmalara sebebiyet veren, yangına körükle giden, gençleri kolaylıkla silaha sarılmaya ikna edebilmeleri için teröristlere gerekçeler oluşturanlardır.
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Efe nec’alu’l-muslimîne ke’l-mucrimîn; Yoksa, Bize teslim olanlara suçlularla aynı şekilde mi davranalım?”
“Mâ lekum keyfe tahkumûn; Neyiniz var sizin? Nasıl (bu kadar önyargılı) bir hüküm verebiliyorsunuz?” (Kalem 68:35-36).
Evet, günümüzde olup biten tam da budur! Batılılar Müslümanlar’a suçlu, suçlulara da Müslüman muamelesi yapmaktadırlar. Keza suçlulara demokrat muamelesi yapıyorlar. Nesi var bu Batılılar’ın? Nasıl bu kadar önyargılı ve tutarsız davranabiliyorlar?
Allah’ım, bizi hakkı hak olarak görüp ona tâbi olanlardan, bâtılı bâtıl olarak görüp ondan uzak duranlardan eyle…
Çeviri: Fethi Güngör