Netflix’in sermayesinde ABD ordusuna silah satan şirketler, ABD hükümetine çalışan güvenlik danışmanları var, doğru. İçinde eşcinsel olmayan senaryoları kabul etmiyorlar, doğru. Her dizisinde muhakkak bir eşcinsel var, doğru. Hatta bazı dizilerinde normal kadın ve erkekler “sapık azınlık”, eşcinseller ise “doğal çoğunluk” olarak anlatılıyor doğru. İnsanı insan olarak kabul etmeyen, cinsiyet sınıflarına göre tasnif edilmiş batılı toplum anlayışının -ki bu anlayışa göre, en üstün cins kadınlar, onun altında eşcinseller, onun altında köpek ve kedi başta olmak üzere evcil hayvanlar ve en altta erkekler- mühendisliğini yapıyorlar, doğru. Ölümüne tüketip ölüme sürüklenen hedonist bir kuşak yetiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar, doğru.

Tüm bunlar doğru; doğru da -özür dilerim, biliyorum kızacaksınız ama- Türk sinema sektörünün bilhassa dizi sektörünün ve dahi TV kanallarının Netflix karşısında hiçbir çaresi yok (zaten çok farkları da yok). Bu durumda ya sakince kenara çekilip, efendi gibi olacak olana rıza gösterirler ya da platformlar hepsinin kafasını gözünü kıra kıra yolun kenarına atar. Gerçi Netflix’e itiraz edenler çok matah adamlar da değil ya, neyse. 1909’dan beri şikayet edip ağlamaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz. Bana kalırsa sinemacılar “Şu ana kadar iyi kazandık, meşhur da olduk, yeter bize.” deyip evlerinde efendi efendi yaşlansınlar.

Kendinden olmayanı yok sayan, kibirli, ucuz taklitçiler olmasına rağmen üstenci, sen, ben, bizim oğlan; 14 kişi arasında top çeviren, beş para etmez sıkıcı filmleri sinema; dakikalarca boşluğa bakan “ölümü gelmiş mandaların son anları belgesellerini” de dizi diye zorla izleten “sanat mafyası”na Netflix müstahak aslında. Mesele tek başına Netflix de değil. Tüketici, sinemacıların tahakkümünden rahatsız. Bu, baskıcı tekelden bıkmış olan milyarlarca izleyiciyi gören Apple, 25 Mart tarihinde açıklamayı planladığı üzere Netflix’e rakip oluyor, sen de ol. “Amazon Prime” giderek büyüyor, sen de büyü. “Youtube Premium” düşük bütçeli bağımsız filmleri ve büyük bütçeli YouTube için çekilmiş özel filmleri satmaya hazırlanıyor, sen de hazırlan. İngiliz BBC ve ITV, Britbox Platformu’nu kurup, rekabetçi bir fiyatla piyasaya girdi, sen de gir. İsrail, video platformu başlatıyor, sen de başlat. Fransa ve Almanya, ortaklaşa “EuVideo” servisi açıyor, sen de aç.

*****

Hatta yine Fransa, İsrail’le birlikte Kuzey Afrika’da başka bir video platformu kurmak için çalışmalar yapıyor, sen de yap.

Sinemacılar seyirciyi boğdular. Çizgi altı, yeteneksiz adamlar -sırf ideolojik dayanışma sayesinde- film dünyasının şımarık mafyaları oldular. Sinemacılar, “kendilerinden olmayan” sanatçıları boğdular. Kendilerinden olmayana alan açmak ne kelime; saldırdılar, kovaladılar. Uzaktan bakıp “Beter olun.” diyesim var; ama işin sonunda emperyalizm, işgalini derinleştirecek.

Şimdi daha burnunu gördüğümüz bu canavarı, siz, 2020 olunca izleyin. Eze eze geçip gidecek. 5G yaygınlaştığı anda oyun, film, eğitim, habercilik kökünden değişecek. Nerdeyse gerçekle aynı seviyede, düşük gecikme süreleriyle internete bağlanabilmek demek, onlarca hatta yüzlerce zettabayt veriyi avucuna almak demek. Bu da işler kökünden değişecek demektir. Ben, kenarda yediğim çekirdeklerin kabuğunu yere tükürerek “Ama onlar sanatı bitirecek, ama bunlar toplumun ahlakını bozacak.” diye dedikodu yapıyorum. Moda deyişle, “Winter is coming!” Boşuna ağlamasın kimse; çünkü siz merhamet etmediniz, size de merhamet edilmeyecek. Dünyada hiç kimsenin size bir borcu yok. Türkiye’de hiçbir vatandaşın size bir borcu yok. Kazandığınız paralarla büyük ekran bir televizyon alın, Netflix izleyin. Beğenmiyorsanız daha iyisini yapın.

Daha iyisini yapmak zor değil. Binlerce film, dizi ve belgesel sunan Netflix aslında bildiğiniz çöplük. Her 100 projeden biri öne çıkıyor ve elbette senaryosu ve prodüksiyon kalitesi gerçekten iyi çalışma ama kalan 99 iş kelimenin tam manasıyla çöp. Netflix’e abone olan herkes birinci aydan sonra “İzlenecek bir şey kalmadı.” der. Nasıl yani, insanlar binlerce filmi ve diziyi bir ayda izleyip bitiriyor mu? Hayır, bir iki film ve diziden başka oturup izlenebilecek, para ödemeye değer bir iş yok aslında. 5 dizi, 3 film (hadi bu sayılar 5 yerine 10, 3 yerine 6 olsun) bitti, hepsi bu kadar. Bir yerine iki kaliteli iş yayınlayan, rahat rahat rekabet etmeye başlayabilir. Başlar ve kalite devam ederse rekabet de devam eder. Bu işin püf noktası, çağın “abonelikler çağı” olduğunu idrak edebilmek. Film, müzik, haber, kitap hatta market alışverişleri ya da araba almak bile abonelikler üzerinden yürüyor artık. “Ben evde değil sinema salonunda film izlemek istiyorum.” diyenler bile yine abone olarak izliyorlar. Mesela “Sinemia” abonesi oluyor gençler, aynı Netflix’te olduğu gibi aylık ya da yıllık sabit abonelik ücreti ödüyorlar ve sınırsız olarak (günde 1 film) istedikleri sinema salonunda istedikleri filme ücretsiz olarak gidiyorlar. Mesela, araba satın almaya da gerek yok; abonelik ücretiyle istedi arabaya binecek insanlar. Bu çağ, abonelikler çağı. Yani hizmet, mal, film, oyun, müzik, haber, araba hatta tencere tava dahil, aklınıza ne geliyorsa, müşteri için seçip kataloglar hazırlayan ve abonelik ücretiyle kullanıma sunan şirketlerin inanılmaz cirolar yapacağı bir çağda yaşıyoruz.

Bu işin bir de imparatorluğa hizmet boyutu var elbette. MÖ 500’lerde Helenliler ve Persliler arasında yaşanan savaştan bu yana, bütün savaşlar, ticaret yolları sebebiyle yapılmıştır ve taraflar kendi imparatorluklarının yaşam biçimini teklif etmek ya da dayatmak için savaşmışlardır. İngiltere de Britbox’ı kurarak kendi imparatorluğuna hizmet edecek elbette; ama Fransa da Almanya ile ortak bir video platformuna hazırlandığı gibi İsrail’le de başka bir ortaklık halinde, Kuzey Afrika için de ayrıca bir video platformu daha kurdu. Fransa ve İsrail, Cezayir’i ortaklaşa sömürdükleri için, video platformunda da ortak olmuşlar. Cezayir merkezli bu platform, Arapça konuşulan ülkelere Arapça ve Fransızca filmler servis edecek. Kendi kendini kolonileştirmeye dünden razı, müstemleke görmüş Cezayirli akademisyenler de (elbette bazıları) buna destek oluyorlar ama öte yandan zaten Cezayir’in ana dili Fransızca sayılır artık. Tam burada diyorum ki: “Kuru kuruya komplo teorilerle gevezelik yapmasın kimse boşuna.” Senin ülkende 3 milyon Suriyeli var! Bu, Arapça filmler üretmek, Arapça platformlar kurmak için büyük bir fırsat ama bizim faşist dangalaklar, “Bunlar bebek maması yiyor, çocuk doğuruyor.” diye köşe yazsınlar anca. Arapça/Türkçe diziler çekip Afrika’dan, Cidde’ye kadar milyonlarca insana mal satabilir, Türkiye’yi teklif edebiliriz, halbuki. Bir kişi niyetlense buna, ülkedeki bütün okumuş-yazmış mankurt tayfa, Alman ve İngiliz’in verdiği gazla sokağa dökülür, Arapça dizileri protesto eder. Ama İngiliz, Fransız, Yahudi yapınca “sanat” olur.

Ezcümle; adı bugün Netflix, yarın başka bir şey olacak. Çağı koklamışlar ve boş zaman sosyolojisini tezgaha dönüştürüp, hem kendilerini teklif ediyor hem de para kazanıyorlar. Sen de yap; daha iyisini, daha yenisini, daha kalitelisini, daha ucuzunu, daha çok satanını yap.