Devlet çarkının iyi işlemesi ve güçlenerek ilerlemesi için, iyi yetişmiş insan, güçlü kaynak, doğru usuller gereklidir. Devletin, insan onuru, adalet ve hakkaniyet ilkelerinden sonra üzerine bina edileceği diğer bir ilke de liyakat ve ehliyettir.

Pekiyi çoğu zaman yanyana kullanılan ehliyet nedir, liyakat nedir?

Ehliyet veya diğer ifadeyle “emaneti ehline teslim”, bir iş ve konuda uzman olma, mesleki yeterlilik sahibi olma ve onu hakkıyla yapabilecek potansiyel ve kapasiteye sahip olma anlamlarında kullanılır. Mesleki yeterlikleri diplomalar değil, teorik bilgi yanında, meslekte geçirilen zaman, birikim ve tecrübe belirler. Bu da diğer bir alt ilke olarak “kıdeme saygı” anlamına gelir.

Ülkemizin tarihine bakıldığında kanunda “liyakat sistemi” (merit system, meritokrasi) ismen belirlenmiş olsa da işin en başından beri Amerikalıların “spoil system” olarak adlandırdıkları “ganimet usulü”nün uygulandığını görüyoruz.

Güney Amerika’nın ve Asya’nın ücraları dışında artık dünyanın çoktan terk ettiği “ganimet usulü”, Sovyet sonrası Asya’daki yeni devletlerin devam ettirdiği bir tarzdı. 1990’ların sonunda Kazakistan’da Yesevi Üniversitesi Hukuk Fakültesinin kuruluş döneminde, bu ülke üzerinden geniş bir coğrafyanın idari problemlerini de tanıma imkânım olmuştu. Orta Asya ve Güney Kafkasya’da ortaya çıkan yeni devletlerin bürokratik kültürleri ve devlet idaresindeki problemli alanlarının birbiriyle hemen hemen aynı olduğunu görmüş oldum. Kazaklar üç boya ayrılmıştı. Bu boylardan bir kişi önemli bir pozisyona atanırsa boy, şehir, kabile asabiyesi ile orada örgütleniyorlardı. Liyakat veya ehliyet yerine başka kriterler devreye giriyordu.

Aslında etnik, fikri veya başkaca sebeplerle bütün doğu toplumlarında benzer durumlar söz konusu. Bölgemizde bu makûs pratiği değiştirebilecek ve bir model oluşturabilecek bir ülke olarak Türkiye’nin hala şansı var.

Başarılı bütün devletlerde liyakat ve ehliyet temel bir kriterdir. Herhangi bir kurumun idaresi, eğitim, devlet yönetimi, iç veya dış siyaset liyakat ve ehliyetle yönetilmeye mecburdur. Ayrıca, bu iki kardeş kavramın dini kaynağını da soranlar için vurgulamak gerekir ki bu kriter açık bir “farz”dır. Ayet’e göre: “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (4:58). Kavram, ayette olmasaydı bile, bu yine ortak aklın gereği olarak uygulanması gereken bir kural olacaktı

Geçmişte başarılı olmuş olan İslam devletlerinin sırrı da dini inancına bakmaksızın emaneti ehline teslim etmek olmuş. Endülüs ve Osmanlı örneklerinde başta sanat ve devlet makamlarındaki önemli pozisyonların kapıları Müslüman olmayanlar için de kapatılmamıştı. Bu iki devletin 600 yıldan uzun yaşaması ve farklı milletleri adaletle yönetmesi, başarılı olması, liyakat ve ehliyetle de ilişkilendirilebilir.

Liyakat ve ehliyetin zıddı olarak işleyen mekanizmalar, insanlık tarihi boyunca varolagelen, sıradan, bildik ve öteden beri varolan tarzlardır. Bunlar nepotizm ve onun da üst başlığı olan favoritizmdir. Sadece tanıdıklarla iş yapmak, akraba ve yakınlara yer açmak, hatalarına göz yummak birçok doğu ülkesinin ortak problemi olan “nepotizm” örnekleridir.

İşi hak edeni bulup çıkararak vermek yerine, “tanıdıklara” verme yaklaşımı işleyen bir sistem varsa onu bile bozar. Durumu rasyonel hale getirmek için zihin bu yanlışa: “evet daha az biliyor ama herkes zamanla öğrenmiyor mu, hem de tanıdık” gibi gerekçeler üretebilir. Hâlbuki bu öğrenme süreçleri, totalde sistemin milyonlarca saatlik iş ve verimlilik kaybına yol açar. Bu aynen bir saatlik trafikte beklemenin, bekleyen kişi sayısı çarpı kayıp saat olarak ortaya çıkan iş ve zaman kaybı gibidir. Mesela 500 çalışanı olan bir idarecinin tek bir hatalı kararının veya çıkardığı hukuki düzenlemenin “çığır açan” hatalar doğurduğuna her zaman şahit olmuşuzdur.

Yakın zamanlara gelirsek: 2000’lere kadar KPSS gibi objektif bir sınav olmaması geçmişteki alımların objektif olmaktan uzak olduğunu; karakter olarak objektif olan KPSS sınavlarına yapılan hukuk ve ahlakdışı müdahalelerle kadroların yağmalanmasının da aslında tam bir üçüncü dünya ülkesi görünümü çizdiğini söylemek gerekir. Şimdi, öncelikle kamu görevlerine gelişte adaleti sağlayacak, liyakat ve ehliyete değer verecek adil ve objektif bir sınav sisteminde kararlı olunmalı; geçmişten ders çıkararak gerekirse adı kirlenmiş olan önceki sınav yerine yenisi getirilmelidir. Bu sistemi de kendi haline bırakmadan, açıkları ve teknik detaylarıyla izleyen bir Devlet aklı her zaman olmalıdır.

Objektif bir sınav sisteminin sınav güvenliği ve takibi ile hak edenlerin önü açılmalı, adil bir sistemle gençlerin kendilerini geliştirmelerini sağlayacak rekabet ortamı oluşturulmalı ve eksiği olan gençlerin ise “fırsat eşitliği” kapsamında gelişmelerini sağlayacak ortamlar oluşturulmalıdır. Bugün Türkiye’nin artık her sahada yetişmiş ciddi bir insan potansiyelinin olduğu da unutulmamalıdır. Unutulmaması gereken diğer bir husus da, insana yatırımın, lüks veya konjonktürel değil, daimi bir zaruret olarak her zaman geçerliğini koruyacağıdır.

Devlet görevleri; liyakat, uzmanlık ve tecrübe sahiplerine, halk adına sahip çıkılacak bir “emanet” olarak teslim edilir. İdeal bir devlet yönetiminde sadece kamu görevlilerinin işgal edeceği kadrolar değil, devlet teşvikleri, ihaleler ve benzeri yararlandırıcı işler de liyakat ve ehliyet esasına göre hak edenlere dağıtılır.

Liyakat ve ehliyete değer verilmemesi ve uzmanlığa saygı gösterilmemesi kurumların içini zamanla boşaltır. Dışarıdan bakıldığında, büyük binaları, bütçeleri ve personeli olan ancak bir türlü iş üretemeyen, geciken, hantal bürokratik yapılar ortaya çıkar. Bu başarısız ve zayıf yapılar, ya o halleriyle devam ederler veya zamanla kurumlarını küçültürler. Beklenen görevleri gerçekleştiremediklerinde tasfiye olurlar veya yerlerine aynı usullerle tabela değişiklikleri ile yenileri kurulur. Ancak liyakat ve ehliyete yer verilmedikçe aynı sonuçların tekraren ortaya çıkması kaçınılmazdır ve sürekli olarak birbirini izleyen aynı kısırdöngünün dejavusu yaşanır.

Nepotik veya favoritik tercihlerin toplumdaki sosyolojik karşılığı ise öncelikle zaman içerisinde eğitimin ve uzmanlığın değersizleşmesi şeklinde olur. Liyakatsiz her bir yöneticinin varlığı, toplumun geri kalanına, başarı için çalışma ve uzmanlığa gerek olmadığı, bir diploma ve “arka”ya sahip olmanın yeterli olacağı mesajını verir. Bu tercihler rekabeti kaldıracağından, orta vadede bile olumsuzluklarını göstermeye başlar, gelişmeyi durdurur. İçi boş ama presantıbl, film karelerinden fırlama tiplerin ödüllendirilmesi ise işin mutfağını ve hammaliye kısmını taşıyan fedakâr liyakat sahiplerini zamanla demotive eder ve onları bilinçli bir seçimle sistem dışı kalmaya iter.

Güçlü, sağlıklı ve işler bir devlet sistemini kurmak ancak bu şekilde mümkündür ve bu aynı zamanda ortak aklın da gereğidir. Bunu başaramayan devletler, liyakat ve ehliyete değer vermeyen eski Sovyet veya Balkan devletleri örneklerindeki gibi iddiasız ülkeler olurlar.

Ciddi devlet geleneği ve tecrübesi olan her devlette öncelikle sistem, mesleki yeterliğe sahip, becerikli, enerjik, inisiyatif alabilen ve dönüştürme yeteneği olan insanların önünü açar; sistem tıkanmışsa devlet bu insanları bulup ortaya çıkarır.

Devlet idaresinin yeniden yapılanmasında, liyakat ve ehliyet önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz temel değerlerden biri olmalı ve tertemiz bir sayfayla ülkenin geleceğine mühür vuracak bir anlayış değişikliğine gidilmelidir…