17 yılda yaşadıklarımızı herhangi bir Avrupa ülkesi yaşasa, yüzyıl toparlanamazdı. Muhtıralar, darbe ve iç savaş teşebbüsleri gibi büyük felaketleri atlatıp, hala ayakta kalabilmek büyük marifet. Tüm bunlara rağmen, yine de bu kadar yıl iktidarda kalan bir siyasi hareketin yıpranması, içerisinden bir muhalefetin çıkması tabiidir. Yani yaşadığımız onca şey, yine de AK Parti’nin içinden aykırı sesler yükselmesini makul karşılamamızı engellememeliydi.

Bugüne kadar, Davutoğlu, Gül ya da Babacan gibi figürlerin ve onların peşine takılan kişilerin muhalefetlerini “ideolojik” bir temelde görmeye çalıştım. Bu ayrılıkları makul bulmasam da, “siyasi yaklaşımlardaki farklılıkları anlayışla karşılamalıyız” diye düşünüyordum.

CUMHURBAŞKANI’NIN TERCİHİ

Çünkü, AK Parti 2009’larda bir yol ayrımındaydı. Birinci yol küresel sistemin çarklarını kabul edecek ve sömürgecilerin “kendine biçtiği rolü” oynayacaktı. Bu, ülkenin “kantonlara ayrılma” planını kabul etmek; Akdeniz’deki varlığından ve Kıbrıs’tan vazgeçmek anlamlarına geliyordu. Böylece Türkiye ikici bir Dubai olabilir, kişi başına düşen milli gelir yükselebilirdi.

Karşısında ise her türlü baskı ve tehdidi göğüsleyerek “güvenlik merkezli” bir siyaseti benimsemek duruyordu. Bunun sonucunda PKK ve türevleri ezilecek, milli savunma sanayii güçlendirilecek; fakat karşılığında AB ile yürütülen ve Türkiye’nin iç siyasette nispi özgürleşmesini, “askeri vesayetin geriletilmesini” sağlayan müzakere sürecinden vazgeçilecekti.

Burada Cumhurbaşkanı ikinci ve zor olan yolu tercih etti. Bedelini ise savaş uçaklarıyla Meclis’i bombalayarak, üzerine katil sürüleri göndererek ödetmeye kalktılar.

Yine de herkesten “zor olanı tercih etmesini” bekleyemeyiz. AK Parti iktidarı sayesinde makam-mevki ve servet kazananların, “AB ve ABD’yle uyumlu bir yol içerisinde” bu kazanımlarını muhafaza edebileceklerini, aksi takdirde ciddi bir riskle karşı karşıya kalacaklarını görmelerini de “dünyevi” bir saikle “anlayışla” karşılayabiliriz.

KORKAKLIĞA EVET AMA NANKÖRLÜĞE HAYIR

Fakat bir yandan, hiçbir risk almadan iktidar sayesinde makamlara kavuşanların, üstelik “bu koltuklarına hala sıkı sıkıya yapışmalarına” rağmen içeriden muhalefet yürütmelerini makul bulabilir miyiz?

Bu kişiler, İstanbul ve Ankara gibi şehirlerin yönetimine çeyrek asırdan sonra gelen CHP’lilerin daha birkaç ay geçmeden, yolsuzluk ve rüşvet skandallarıyla sarsıldıklarını görüp; kendilerine makam sağlayan AK Parti’ye hiçbir belge ortaya koymadan “yolsuzluk ve adam kayırma” ithamı yaptıklarından utanırlar mı?

Ankara’da CHP’li Başkanın, üstelik kendi eski milletvekilleri olan birisinden 25 milyon lira rüşvet istediğini duyduklarında ne hissettiler acaba? CHP’nin Genel Başkanı’nın kendi rakibini karalamak için ortaya atılan iftiralara sahip çıkması gibi bir rezilliği tüm partililer içine ne kadar kısa sürede sindirdi değil mi? Fakat Cumhurbaşkanı’na akıl almaz isnatlarda bulunup “bunu en küçük bir şahit ya da belgeye” dayandırmadan konuşanlar, dışarıdan nasıl göründüklerinin farkındalar mı?

Şehir Üniversitesi’nin kapısında CHP’li yeni yoldaşlarıyla omuz omuza ahlak kumkumalığı yapanların meğer “ideolojik” tercih ya da kaygıları yokmuş. Keşke olsaydı. Hiç olmazsa “korkak” der geçerdik.