1997 yılıydı. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Fatih Altaylı’nın yönettiği, “Teke Tek” programında konuktu. Altaylı, Muhsin Başkan’ı sıkıştırıyordu. “Sayın Yazıcıoğlu, biz biliyoruz ki siyasete her şey karşılıklıdır. Politika, menfaat üzerine kuruludur. Merak ediyorum, Refah-Yol hükümetini yedi vekille dışarıdan desteklemek karşılığında ne aldınız? Bakanlık mı, bürokrasi de koltuk mu? Yoksa başka bir makam mı?”

Biliyordum, benimle birlikte milyonlarca insan da bu sorunun cevabını bekliyordu televizyon ekranları başında. Zira, BBP’nin yedi vekille Refah-Yol’u desteklemese, hükümet kurulamayacak, ülke kaosa sürüklenecekti. Bu tarihler, aynı zamanda ülkeyi 28 Şubat’lara götüren bir süreçti. Türkiye gergindi. Hiç unutmuyorum, Muhsin Başkan’ın verdiği cevap tarihe geçecek, dava sahibi, inançlı hemen her siyasetçinin örnek alması gereken bir yanıttı.

Düşünmedi bile başkan. Ne cevap vermesi gerektiğini aklında yoklamadı. Doğrudan, çekinmeden, dobra söyledi. “Fatih Bey, Müslümanların iktidarına engel olmamak için destekliyoruz biz Refah-Yol’u. Ne bakanlık koltuğu, ne bürokraside bir makam, ne de başka bir çıkar istemedik. Gündeme bile gelmedi.”

İşte buydu Müslüman’ca duruş! İşte buydu ilke! İşte buydu feraset, işte buydu Müslüman’ca siyaset. Yılmadı pek çok yerden gelen baskılara, aldırmadı içi boş tehditlere, güldü geçti ters bakanlara. Çünkü o, 12 Eylül hapishanelerinde alasını görmüş, daha fecilerini yaşamıştı. Bir kuru tehdide mi pabuç bırakacaktı yani? İşkencelere meydan okuyan bir yürek, davası adına bedel ödeyen bir beden, günlerini, gecelerini tek kişilik hücrelerde geçiren bir kalp taşıyordu o, 28 Şubatçılara mı teslim olacaktı yani?

N. Kemal Zeybek Anlatıyor: “Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve hepimizin avukatı Şerafettin Yılmaz aradı beni: Muhsin Bey’le ilgili belgelerin okunması bitti, suçsuz olduğu artık belli oldu. Kendisiyle görüştüm, tahliyesi için talepte bulunacağımı söyledim.”

Muhsin Bey’in, avukatına verdiği cevabını, ancak özgürlüğün anlamını bilenler kavrar. “Hayır! Sakın tahliye talebinde bulunmayın. Arkadaşlarımın içeride dayanma gücü biraz da, benim aralarında bulunmamdan ileri geliyor. Ben tahliye olur ve onlar içeride kalırlarsa, yıkılırlar.”

İşte Muhsin Yazıcıoğlu buydu. MHP’den ayrılış sürecinin gerekliliklerini anlatmak için Kayseri’ye geldiğinde, yerel bir televizyon kanalına misafir olmuştu. Onun gibi bir dava adamını, onun gibi şuurlu bir kalbi, yüreğinde yılmaz, yıkılmaz iman taşıyan bir aksiyon adamını, davasına ihanet etti diye bir takım çapulcular dövmeye kalkışmışlardı canlı yayında. Kahrolmuştum o zaman.

Peki, MHP’den neden ayrılmıştı Muhsin Başkan? Gerekçesi neydi ki, onu dövmeye kalkışmışlardı? Muhsin Başkan, DYP-SHP Koalisyon hükümetine güvenoyu vermek istemiyordu. SHP’deki DEP’lileri(bugünkü HDP) hazmedemiyordu bir türlü. Alparslan Türkeş ise koalisyona destek vermekte ısrarlıydı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun koluna girdi, Meclis Genel Kurulu’na birlikte girdiler. Yanına oturttu Türkeş onu. Yazıcıoğlu, bir yanda partide çift başlılık görüntüsü vermek istemiyor, bir yanda da SHP’ye oy vermek içinden gelmiyordu.

Ancak Türkeş de inat ediyordu evet oyu kullanması için. Yazıcıoğlu Türkeş’in kulağına son kez, “C-5’te işkence görmekten daha beter bir psikoloji içerisindeydim şu anda. Ben böyle bir şeyi asla kabul etmiyorum. Duygumu iyi anlayın diye söylüyorum. Müsaade edin, ayrılayım buradan.” dedi.

Türkeş onun yaşadığı ruh halini anlamıyor, hala, içinde DEP(HDP)nin de bulunduğu partiye evet oyu vermesi için ona ısrar ediyordu. Açık oylama yapılacaktı. Türkeş koalisyona, “Evet” dedi. Hemen yanındaki Yazıcıoğlu ise, “Hayır!”

İlginç bir görüntü çıkmıştı ortaya. Yazıcıoğlu, Anadolu insanına has o kibarlığını bozmadan, “Efendim, izin verin çıkayım.” dedi tekrar. Türkeş yine kabul etmedi. Bunun üzerine Yazıcıoğlu bir kâğıda milletvekilliğinden istifa dilekçesi yazdı. Türkeş çok sinirlenmişti. Dilekçeyi yırttı, çöpe attı. Yazıcıoğlu ve üç arkadaşı genel kurul salonunu terk etti o anda. Ve böylece kopuş başladı.

“İnanmadığım yolda milyonlarla yürüyeceğime, inandığım yolda tek başıma yürürüm.” düsturunu şiar edinmiş, yılmamış, “ben size peşime düşün demiyorum, birlikte yürüyelim diyorum” dediği dava arkadaşları ile birlikte kurduğu yeni partisiyle sıfırdan, bir kez daha sil baştan yola koyulmuştu.

Ben milletim uğruna adamışım kendimi Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir. Zulüm Azrail olsa hep Hakkı tutacağım, Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir…

Dillerinde işte bu şiirle yola düşmüşlerdi… Aslında, Muhsin başkan ve onun dik, halktan ve haktan yana dirayetli ve Müslüman’ca duruşu hakkında yazılacak o kadar çok şey var ki. Lakin, son bir anıyla yazıyı sonlandırmak istiyorum.

2007 yılında, Muhsin Yazıcıoğlu’nu Saadet Partisiyle ittifak yaptırmaya çalışıyorlardı. Namık Kemal Zeybek ve BBP Eski Genel Başkan Yardımcısı Metin Gündoğdu, rahmetlinin yanındaydılar. Zeybek, “Başkanım, Saadet Partisi ile ittifak yapmalıyız.” dedi birden. Yazıcıoğlu şaşkındı, beklemiyordu böyle bir teklifi. “Peki, bu ittifak barajı geçer mi?” diye sordu.

Zeybek, kendinden gayet emin bir halde. “geçer” dedi. Döndü, bir de Metin Gündoğdu’ya sordu, “Geçmez başkanım.” dedi Gündoğdu’ da. Tekrar Zeybek’e döndü ve sordu, “Metin’in inanmadığı ittifaka milleti nasıl inandıracağız Namık Kemal Bey?”

Zeybek kızarak gitti. Yazıcıoğlu, Metin Gündoğdu’ya şu müthiş cümleyi söyledi. “Bunlar bizi saf zannediyor herhalde. Bizi Saadet Partisi’yle ittifak yaptıracaklar. AKP’den iki puan çalmak, benim de, milletimin de işine yaramayacaksa, ittifakta ben neden olayım ki?”

Şimdi soracaksınız, “iyi de, bu konuyu nerden girdin şimdi?” Söyleyeyim; Bugün, dış ve iç güçlerin hedefinde AK Parti’nin şahsında Türkiye varsa, birikeceğimiz yer bellidir. Ve bence bugün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu en büyük şey, Muhsin Başkan’ın dik, şuurlu duruşundaki muhalefet anlayışıdır. Konu ülke/vatan ise, gerisi teferruattır. Nasıl ki bütün sol partiler ve hatta sol terör örgütleri HDP-CHP çatısı altında birleşiyorlarsa, bu yanda çatı bellidir…