Görünen ve anlaşılan o ki, hem ülkemiz Türkiye ve hem de yaşlı dünyamız bu yüzyılda olağanüstü olaylara gebe. Son on beş yıldır Türkiye, kimsenin hayal bile edemeyeceği büyük atılımlar içinde. Teknolojik, bilimsel, sanayi ve ekonomik atılımları saymıyorum. Üzerinde durmak istediğim asıl konu, ülke olarak kültürel birikimimizin ve kim olduğumuzun farkına varmamızla ilgili.

Dün, 29 Nisan’dı. Yani, 1952 yılına kadar Kut Bayramı olarak kutlanılan ve bu yıldan sonra İngilizlerin baskısıyla kaldırılan büyük zaferin yıl dönümü. 1916 yılında, İngilizlerin ünlü seçme Townshend birlikleri Kut’ta 13 general, 482 subay 13.300 er ile Halil Paşa komutasındaki, bitti, tarihten çekilecek denilen Osmanlı birliklerine teslim olmak zorunda kalmış ve bu tarih, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bayram olarak kutlanmıştı. Şimdilerde TRT tarafından filmi çekiliyor bu zaferin. Belki de, yeniden bayram olarak kutlanma kararı alınır, kim bilir.

Payitaht/Abdülhamit, Diriliş Ertuğrul gibi tarihi filmler ve Sevda Kuşun Kanadında gibi dönem filmleri yayımlandıkları gün ve saatlerde reyting rekorları kırıyor. Millet olarak ahlak ve kültürümüzü bozan, gelecek kuşaklarımızı mahveden o aşk meşk filmlerinden bıkmış, ailecek bu tür filmlere sarılıyoruz artık TV ekranlarında. Sırada inşallah 1071 Malazgirt Zaferi ve Menderes’in hayatının anlatıldığı filmler var. Bunlar da TRT’den.

Bu filmler sadece ülkemizde de gösterilmiyor, aynı zamanda özellikle Arap ülkelerine ihraç ediliyor. Şu anda Diriliş Ertuğrul kimi Arap ülkelerinde de reyting rekorları kırıyor. İnanıyorum ki, Payitaht/Abdülhamid’de bu rekorları kıracaktır.

Yapılan bir istatistiki bilgiyi aktarayım ben size hemen; en ok okunan kitaplar tarihi romanlarmış.

Ne anlama geliyor bu?

Toplumumuzun tarihe aç olduğunu, kim ve nereden geldiğini öğrenmek istediğini, kendi öz geçmişiyle barışmayı arzuladığını gösteriyor. Kendi tarihine yabancılaştırılmış ve hatta vakti zamanında nefret eden bir toplumdan bahsediyoruz.

Biliyorsunuz, Osmanlıca, milli eğitimde seçmeli ders olduğu tarihte ülkede gündem olmuş, zihniyeti milletin değerlerine ters belli bir güruh tarafından, “istemezuk” tavrıyla karşılanmıştı. Erdoğan her zamanki gibi dik durarak, “Osmanlıca olmalı” deyince, müfredata ancak girebilmişti Osmanlıca. Anladığım o ki, Osmanlıca öğrenen gençlerin kendi tarihlerine, birikimlerine sahip çıkacaklarından, yaşananları sorgulayacaklarından korkuyorlar.

Hatırlayalım, harf inkılabı neden yapıldı bu memlekette? Bununla ile ilgili ünlü yazar Peyami Safa şunları söyler mesela. “Bir milleti yok etmek isterseniz, askeri istilaya lüzum yok; tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevî değerlerini, ahlâkını yozlaştırmak kâfidir. Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, gençler kendi milli kütüphanelerinde bir tek eser okuyamadan çıksınlar. Böyle bir katliam (harf inkılabı) hiçbir memleketin tarihinde yoktur.”

Şunu unutmayalım, her ülkenin alfabesi, kendi kutsal kitabının alfabesidir. Tek istisna, bildiğim kadarıyla Türkiye. Kendi kutsal kitabını okuyamayan tek millet, bizim milletimiz. İşte alfabeyi bunun için değiştirdiler? Ve Osmanlıcanın yeniden öğrenilmesini; bilim ve teknikte ilerlemenin, kalkınmanın, kendi tarihi bağlarımızın yeniden keşfedilmesinden korktukları için istemiyorlar. Oysa Güney Amerika ülkelerinin hepsi Latin alfabe kullanıyor. Ve hepsi de geri kalmış durumda. Lakin Japonlar 1500 harflik alfabeleriyle ilerledi, kalkındı.

Şu gerçek ki, harf devriminin bir tek gayesi vardı, milletimizi dininden, tarihinden, kültüründen koparmak. 1930’lu yılların başında, “Dil Devrimi” adı altında saçmalıklar yapılmasaydı, Türkçe şimdi dünyanın ifade kudreti bakımından önde gelen birkaç dilinden biri olacaktı. Harf devrimi, yeni nesillerin 1928 öncesiyle irtibatının kesilmesi, geçmişiyle gemilerin yakılması demekti. Birçok aydın Dil Devrimi’nin yanlışlığı konusunda kanaat sahibiydiler, ama cesaret sahibi değildiler. İstiklal Mahkemelerinin estirdiği terör, aydın da olsalar, onları konuşmaya korkutuyordu. Kendi aralarında konuşsalar bile, açıkça söyleyemiyorlardı.

Peki, bütün bunlar ne anlama geliyor? Ne için yazıyorum bunları?

Batılların gördüğünü, anladığını biz de görelim, anlayalım. Bilimde, sanayide, teknolojide son on beş yıldır evrim geçiren Türkiye’deki asıl evrim, kültürel değişim çabalarıdır. Arap ülkeleriyle buluşmamızı, bir takım işbirliği içine girmemizi bundan istemiyor Batılı ülkeler. Türkiye’nin kültürel manada geçmişiyle buluşmasının, diğer İslam ülkeleri için de örnek olacağından, bunun da bir ümmet birliğine yol açacağından korkuyorlar.

Avrupalılar şunu biliyorlar, o kadar ayak oyununa, o kadar üzerimize gelmelerine, bizimle o kadar oynamalarına rağmen bu ümmeti yine biz kalkındıracağız, onlara yine biz liderlik edeceğiz. Bu söylediğimi kavmiyetçilik olarak algılamayın lütfen ama, gerçek de bu. Bakın tarihe, bunu görebileceksiniz. Bu enerji, bu feraset, bu basiret bizde var. Bu ülkenin fertleri o kadar açlık, yokluk, imkânsızlık ve ihanet içinden çıkıp bu günlere geldi. Elinde yokken bile fakire el uzattı, ekmeğini bölüştü. Her anlamda test edilmiş ve başarıla çıkmış bir milletiz biz…