Başbakan Davutoğlu beklenen master planı geçtiğimiz günlerde Mardin de açıkladı. Açıkladığı 10 madde arasında ise bana göre en önemli olanı; muhatap değişikliğine ilişkin madde.

Devlet, ipleri uluslararası güçlerin elinde bulunan HDP ve Kandil ile masaya oturmak istemiyor. Çünkü oturduğu masada iki taraflı hesaplar yapılmayacak; ‘dolaylı taraflar’ın da hesapları işin içine girecekti ve bunu çözüm sürecinde çok iyi tecrübe etti. Fakat vatandaş ile oturulacak olan masada ise başka taraflardan bahsetmek mümkün olmayacak. Hesaplar yapılırken, Suriye’nin Kuzeyinde bir Kürt devleti konuşulmayacak. Azez-Cerablus hattı mevzu bahis edilmeyecek. Kobane ve Uluslararası gizli anlaşmalara hiç girilmeyecek. Çünkü vatandaş kendi evini, kendi mahallesini ve kendi ülkesini düşünür. Vatandaş evrensel değildir; vatandaş millidir. Evrensel olan kurumlar ve örgütlerdir.

Kürt halkının önde gelenleri ve vatandaşlar sorunları ve isteklerini masada belirtecekler. Devlet de meşru ve haklı istekleri “devlet eliyle” kademe kademe gerçekleştirecek. Fakat akitleşmenin bu kadar basit yürümesi elbette biraz hayalcilik olur. Kandil ve HDP’nin işsiz kalmasına sebebiyet verecek olan bu durumu engellemek için ellerden gelen, artlara koyulmayacaktır. Ülkeyi gerekirse kaosa götürmekten şuanda da olduğu gibi çekinmeyeceklerdir.

ABD ve Rusya gibi ülkeler, söz sahibi bir müttefikinin(Kandil ve HDP), etkisinin azalmaması için dışardan her türlü desteği verecektir elbet. Velhasıl bu “muhatap değişikliği” çok sancılara gebe gibi gözüküyor.

Aslında Davutoğlu, maddeyi açılarken “muhatabı değiştirmek”ten değil, “eski muhatabı yok saymak”tan bahsediyordu. Artık muhatap olarak halkın kendisi oturtulacaktı masaya.

Fakat Cengiz Çandar gibi, Ahmet Hakan gibi, Hasan Cemal gibi yazarlar, bu durumu “Muhatapsızlık” ve “Aynanın karşısında kendi kendine yapılan bir görüşme” olarak nitelendiriyorlar.

Birincisi: Halkı,muhatabiyet makamına layık görmemek ne kadar abes bir durum teşkil ediyorsa; demokraside doğrudanlığı yadırgamak da en az o kadar abes bir durum teşkil eder. Doğrudan temsilin, dolaylı temsile göre daha efdal olduğu yadırganamaz bir durumdur. Doğrudan temsilin uygulanma olanağının zor olması; dolaylı temsilin ortaya çıkmasının müsebbibi olmuştur. Fakat dolaylı temsilin uygulandığı bir ülkede, belli bir sorun için doğrudan temsile başvurulmasının ve bu temsilin meşru olmasının kabul edilmeyecek hiçbir tarafı yoktur. Hele ki bu yöntem; kamu düzeni ve ülke menfaatleri açısından gereklilik arz ediyorsa, söyleyecek bir şey kalmamıştır.

İkincisi: Devletin, bir sorunu görüşmek için karşısına aldığı “halk”ı, devletin karşısında ki bir “ayna” olarak göstermek, biz vatandaşları memnun edecek bir hareket olması gerekir. Soyut olan devlet kavramını, vatandaş ile aynı masaya oturan somut bir kişiye indirgiyoruz. Bu da bize demokrasinin gelebileceği son noktayı gösterir. “İLERİ DEMOKRASİ”…