Öyle başlıktaki gibi iki kelimeden ibaret cürmü olduğunu sanmayın. İki asırdır kendi topraklarımızda başımıza örülen bu felaketten ne zaman bir kurtuluş ümidine kapılsak karşımıza çirkin cüssesi ile bu çıktı.
Tek parti karanlığının yıkılıp, Ezan-ı Muhammedi yine özgürce semalarımızda yankılandığında, Merhum Menderes’in iktidarını sarsmak için nasıl Ticani belaları sokaklara sökün ettiyse, şimdi de “İslami ve değerlerimizi koruma” kılıfıyla benzerleri kol geziyor.
Yine aynı sloganla meydanlarda, sosyal medyada, ekranlardalar: “Din elden gidiyor”.
Cuma namazı için gittiğim camide, üstelik önemli selatin camilerin birinde görev yapmış meşhur bir din görevlisi, Diyanet’in tevdi ettiği hutbeyi cebinden çıkarmadan; adeta bundan çok daha kıymetli bir hutbe irad edeceği edasıyla söze başladı: Konuşma boyunca (hutbe diyemeyeceğim) toplumumuzun topyekûn cehenneme yuvarlandığını, insanların şortla evde dolaştığını ve çırılçıplak kadınların olduğu dizi filmler izleyip evlerinden melekleri kaçırdığını söyledi.
İNSAFINIZ VAR MI?
Her şeyin “çok kötüye gittiğini”, kim ne derse desin pembe bir tablo çizemeyeceğini, banka gibi bir günah çukurunda çalışana, içki içene selam verilemeyeceğini anlattı. Söylediklerindeki “doğruluk, yanlışlık” bir yana; “kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” tavsiyesini unutmuş gibiydi. Adeta Halide Edip’in romanlarından fırlayıp gelmişti.
1930’ların, 40’ların Türkiye’sinden habersiz olabilir miydi? Bir nesil öncesinde, üstelik Anadolu’daki düğünlerde bile içkilerin su gibi aktığını; 1. Cihan Harbi’ne katılan pek çok askerimizin peygamberimizin ismini bile bilemeyecek kadar eğitimsiz, Osmanlı’nın son halifesi Abdülmecid‘in kızlarının dahi “tesettürsüz” olduğunu bilmiyor olabilir miydi?
TÜRKİYE AYIK, MERAK ETMEYİN
Bugün dünyada ortalama kişi başı alkol tüketimi “12 litre” iken, Avrupa’nın sonuncusu, dünyanın ise son sıralarında yer alan Türkiye’de tüketim ortalama 1,4 litre.
Elbette her yer gülistan değil. Fakat imamların görevi de felaket tellallığı, hele vaziyeti olduğundan kötü göstererek ifsad hiç değil.
Güngören Belediyesi‘nde çalışan bir şoför, Başkan Yardımcısı Veysel İpekçi yanından geçerken ayağa kalkmadığı için koridorda oturup, bu zat her geçtiğinde ayağa kalkmakla cezalandırılmış. Olay medyaya düşünce, bu çirkinliği yapan kişi istifa ettirilmiş. Her yerde bu edep, erkan ve ahlak fukarası insanlar bulunabilir. Zaten hukuk ve örf de bunun için toplumlarda gereklidir. İstifa yeterli bir ceza mıdır, sadece bu kişi mi sorumludur, onu bu makama taşıyanlarda eksiklik var mıdır, tartışılır.
Fakat, işin ilginç tarafı bu zatın kısa bir süre önce, Saadet Partili kimliği ile yaptığı paylaşımlarda AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanımızı “ahlaki değerlerden ve İslami kimlikten uzaklaşmakla” itham etmesi. Bu kimliğe sahip birinin nasıl o makama getirildiği, AK Parti teşkilatlarının sorunu. Beni asıl ilgilendiren, başkalarını sürekli ahlaki eksiklikle itham edenlerin, aslında kendilerinden bihaber oluşları.
Sadece bunlar da değil. İstanbul Sözleşmesi, 6284 gibi konuları tartışmak son derece önemli. Fakat ailenin yıkıldığını feryat ederek söyleyenlerin, önce kendi ailelerine bir bakmaları gerekmez mi? Defalarca yuvalarını yıkan kadınların, eşlerinin üzerine “gizli” kuma getiren erkeklerin bu tartışmayı köpürtmelerinde bir iyi niyet göremiyorum çünkü.