Devam edelim…
Paris büyükelçisiyken masonluğa adım atan Mustafa Reşit Paşa, müthiş vizyonuyla devreye girdi. Londra’yı kıramayıp, asırlardır medreselerde okutulan fen ilimlerini müfredattan kaldırdı. Diğer taraftan Reşit Paşa’nın avaneleri de boş durmadı. Tescilli birer mason olan Talat, Fuat ve Mithat paşaların müdahaleleriyle yeni nesil mekteplerde de din dersleri yasaklandı. Netice itibariyle bir uçta fen yobazları çoğalırken, öbür uçta din cahilleri türedi. ‘’Hasta adam’’ı öldürecek (pasif ötenazi) formüllerinden biri, ‘’eğitim’’ denklemiyle işleme koyulmuştu…
Gerçi, Modern Türkiye’yi kur(dur)an sistemin eğittiği kibirli cehalete dert anlatamayız.
Zaten yerleşik düzen de hakikî medreselerin ihyasına elverişli değil. Hem politik konjonktür hem de tahrif edilmiş din telakkisi; ehlisünnet üzere inşa edilecek, bağnazlığın esiri olmayacak, fennî ve dinî ilimleri bünyesinde yetkinlikle toplayacak bir tedris tabanına mahal vermiyor…
Bunun dışında ne yapılabilir?
Açık kaynak öğrenimi sınırlı oranda etkin ve sürekli gelişiyor. Bu yöntem, pratik ihtisas çalışmalarının entegrasyonu da sağlanarak devlet eliyle ana sistem konumuna yükseltilebilir. Ortalama bir okur-yazar veya bir işte uzman olabilmek için; ömrümüzün en aşağı 16 yılını soğuk koridorlarda geçirmemize gerek yok. Kurumsallaşmış/endüstrileşmiş okul profili bizi yalnızca yavaşlatıyor. Nitekim bugün bile, tıp alanından tutun en ileri makine sanayiine kadar bütün meslek grupları, büyük oranda, tıpkı (zanaat) gibi pratik tecrübeyle öğreniliyor aslında. Yüzyıllardır yalnızca usûl, zemin ve isim değişiyor…
Teorik temelli elektronik öğrenim, meslek sahalarındaki uygulama imkanlarıyla yeterince paslaşabilirse azami verim sağlanabilir. Sosyal devlet işleyişi burada mühim etken elbette. Bazı dezavantajlar da ortaya çıkacaktır. Fakat sorgulamaya, yanlışlamaya ve hızla düzeltilmeye çok daha müsait bir insan yetiştirme teknolojisinden söz ediyoruz. Mevcut modern eğitimin ne kadar problemli, tehlikeli olduğuna önceki yazılarımda değinmiştim…
Özetle, açık kaynaklı yeni ‘’e-öğretim’’ formları, yerli ve milli inovasyon atılımlarıyla (ekol)leştirilebilir. Bu sayede de sermaye oligarşisine bilinçli tüketici yetiştiren müesses, bayatlamış okul/eğitim paradigmasına çelme takılabilir.
Takılamıyor mu?
O zaman geriye tek çözüm kalıyor:
Bari işimize karışılmasın.
Ruhumuza ve hafızamıza tecavüz eden inkılaplardan miras kalmış Tevhid-i Tedrisat Kanunu iptal edilsin.
Güya ikiliği kaldırmak, devlet kontrolünde çağdaş ve laik vatandaşlar yeşertmek için doğmuş bu kanun. Ama gelin görün ki Kemalist devrimciler bile iplememiş. Ne hikmetse; ziraat, askeriye, sağlık ve sair alanlarda ‘’eğitim’’ veren bütün okullar bu kutsal(!) birlikten ayrılmış. Yalnızca, kurulacak imam-hatip mektepleri bu kurtarıcı(!) eğitim ittifakına dahil edilmiş. Bir de misyoner okullarını bahane etmişler mesela gayelerini meşrulaştırmak için. Fakat niyeyse Milli Eğitim mekanizmamız bizzat misyonerleşmiş.
Doğru ya… Modern Türkiye’ye uyumlu, gizli sömürge rejimine diklenmeyen, demokratik, laik bir din ve bilim terbiyesi ancak böyle sistemleşebilirdi. Müslüman Türk’ün ilim ve ahlakı ancak böyle yönlendirilebilirdi…
Ömrümüzün belki en kıymetli zamanlarını okul köşelerinde zorla ‘’eğitilerek’’ geçiriyoruz. Kaliteli ve gerçekten şahsiyetli bir tedrisattan mahrumuz. Yeteneğimiz ve arzumuz olan bir alanda yıllarca olgunlaşacağımıza, lüzumsuz bilgilere boğulup niteliksiz diplomalarla kendimizi arıyoruz. Her şeyi öğrenmek pahasına hiçbir şeyi tam öğrenemiyoruz.
Artık masaya vurulsun.
Ya hakikate talip bir talim ve terbiye modeli kurulsun, yahut bize kendimizi bulduracak ve kendi modelimizi kurduracak yollar açılsın.