İtalyan olmadığım, hatta İtalya’da bile olmadığım bir dünyada biri bana, Michelangelo’nun “Davut” heykeli bize ne söylüyor dese, hadi oradan derdim. Bundan banane (Bir zamanlar).
İtalyan değilim. İtalya’da da. Ama diyemiyorum banane. Hadi oradan diyerek çekemiyorum rest (Şimdi). Çünkü Michelangelo’nun “Davut” heykeli çizdi makus kaderimizi(!) “Tanrı”yla aramıza giren uçurumun altında onun da imzası var. Her gün biraz daha kendimize saplandığımız hayat algısını biraz da ona borçluyuz.
Nasıl mı?
Ayak izlerimi takip edin.
Davut Peygamber (a.s.) denildiğinde aklımıza (Müslümanlar olarak), muhteşem sesi, hayvanları sihri altına alan hükümranlığı ve oğlu Süleyman Peygamber’e (a.s.) krallık bırakan kudreti gelir. Bir Yahudi’nin aklınaysa Golyat’ı sapanıyla mağlup eden kahraman çoban. Eski Ahid’in devamı kabul edilen Yeni Ahid’in tabileri Hıristiyanlar için de. Ama kimsenin gelmez aklına, Michelangelo’nun, Donatello’nun ya da Verrochio’nun “Davut” heykeli, eğer Floransa’ya gitmemiş ya da sanat tarihinin satır aralarında dolaşmamış iseniz.
Benim artık geliyor. Çünkü Floransa’ya gittim. Gittim ve her yerde adeta dayatılan “Davut” heykelini gördüm. Floransa, çokça “Davut” heykeliymiş öğrendim. Senyörler Meydanı’ndan Michelangelo Tepesi’ne her tarafın “Davut” heykeliyle işgal edildiğine (aslında Floransa’nın özgürlüğünü temsil eder) şahit oldum. Sonra da sordum. Nedir bunun esbab-ı mucibi?
Aldığım cevaplar hiç de sıradan şeyler değildi. Michelangelo’nun “Davut” heykeli hem Floransa’nın zafer sembolüydü, hem de Rönesans’ın alamet-i farikası. İnsanın “Tanrı” karşısındaki zaferiydi bu heykel (Hümanizmin yükselişinin vitriniydi bu heykel). Allah merkezli bir hayattan insan merkezli hayata düşüşün belgesiydi.
Kendisinden başka otorite tanımayan teritoryal Batı’nın otoritelerine göre Aydınlanmanın fişeğini yakan yer Floransa ve Jacop Burckhardt’ın kavramsallaştırmasıyla Rönesans hareketiydi. Her ne kadar Fransa’da olgunlaşıp dünyaya bir dikte aracına dönüşmüşse de, Aydınlanma hikayesi Rönesans’la Floransa’da başlar (Ha Fransa ha Floransa diyesi geliyor insanın). Floransa’da başlayan Rönesans, Batı’nın köklerini (sözde) bulması sonucu kilise katolisizminin insan idraki üzerindeki ipoteğini ortadan kaldırmaya yönelik ilk adımdır -Bu adımı ileride reform, Aydınlanma düşüncesi, ihtilaller ve devrimler takip edecektir. Bu adım karşılığını ilkin sanatta bulmuş ve Ortaçağ (Batı’nın hezeyanlarına göre) boyunca hakim olan sanatla ilgili kurallar yerle bir olmuştur. Resim, heykel ve mimaride her gün yeni buluşların yanında, devrim nitelindeki perspektifin bulunması, sanat eserlerine kutsal olmayan kişilerin girmesi ve eserlerin altına imza atılarak sanatın müşahhaslaştırılması sanatı bambaşka bir yere taşımıştır. Antik Yunan ve Roma’nın keşfiyle yaşanan kültürel devrim (ya da yozlaşma) sanatın kalplere tesir eden ve akla dokunan gücüyle birleşmiş ve Batı için dünya karanlık bir çukurdan çıkışı temsil eder olmuştur. Allah’a teslimiyetten her şeyi teslim alan insana geçişi temsil eden bu evrenin en belirgin timsallerinden biri Michelangelo’nun Davut heykelidir.
Peki, neden Eski Ahit’in çoban kahramanı “Davut” seçilmiştir?
Çünkü “Davut”, nice az gücün nice büyük kuvvetlere galibiyetini temsil eder. Çünkü “Davut”, insanın devlere/”tanrılara” kafa tutuşunu ve onları yere çalışını temsil eder. “Davut” Promete’nin sülbünü ve ateşi “tanrılardan” (kilisenin) elinden alıp insanlara verişi temsil eder.
Golyat’ı tek taşla yere seren “Davut”un heykeli ilk defa Michelangelo tarafından mı yapılmıştır peki?
Hayır! Kendisinden önce Donatello ve Verrochio tarafından da yapılmıştır. Ama onları konuşmuyoruz. Dünya onları konuşmuyor. Dünya Michaengelo’nunkini konuşuyor. Sebebi heykel sanatının zirve eserlerinden olması mı? Bir sebep olarak evet ama tümüyle sebebi olarak hayır. Konuşuyoruz çünkü Michelangelo’nun “Davut” heykeli diğerlerinden farklı. Bir kere, zafer kazanmış ifadesi yok kendinde. Muzaffer gibi yaşamanın ifadesi var. Dünyaya kafa tutmanın bakışı var. İkincisi, ebat olarak diğerlerinden farklı. İdeal ölçülerde ama insani boyutlarda değil. Denilebilir ki devasa boyutlarda. Bunun sebebi Duoma Katedrali’nin payelerinden birinin üstüne koyulacak olması dense de bana göre gerçek o kadar basit değil. Hele de başın, ellerin ve ayakların diğer uzuvlara göre daha büyük temsil edildiği ortadayken.
“Michelangelo’nun kahramanı hem bilgelik hem de güç taşır. Gözlerini kısarak bakarken aklı dingin ve derin bir yoğunlaşma içindedir. Bu konsantrasyon ‘Davut’un kasları ve gücü arasındaki mükemmel uyumu yansıtır.” Michelangelo’nun “Davut”u aynı zamanda kendi kendinin efendisi olan insana evrilmeyi temsil eder. Cüz’i iradesi Külli irade altında erimiş insanın kudretini yeniden keşfini ve geleceği inşa edecek olanın göklerden gelen kararlar değil, insanın içinden yükselen gücün dışavurumu olduğunu belgeler. Davut heykelinin gözlerini kısarak geleceğe doğru bakışı bununla ilgilidir. Bu durum insanın ontolojik zorunluluklarından kurtularak epistemolojisini kurmasının ve fenomenlere hayat vermesinin ilk adımıdır. Tarihte benzerine hiç rastlanmamış modern/postmodern insanın da ilk ayak sesleridir. Bu ayak sesleri zamanla evrilecek ve Enver Gülşen’in aşağıda belirttiği üzere “nesneleri işgal ederek ona kimlik veren bir varlığa” dönüşecektir.
“Modern/ultra (post)-modern Batı, temellerini çok belirleyici bir ayrım üzerinden kurar. Kartezyen cogito’nun özne ile nesne ‘birlikteliğini’ parçalaması, bambaşka bir dünyaya gözlerini açar insanlığın… Öznenin lehine, diğer her nesneyi ‘tarihte eşi benzeri görülmemiş bir özne tipinin’ egemenliği altına sokar. Artık kainat bir işgal nesnesi haline dönüşecektir hızla. Nesne, ‘bütün değerlerin’ tek merkezi/referansına dönüştürülmüş ‘rasyonel insanın’ bakışına indirgenir. Artık nesne, var olmak için bile bireyin onu işgal etmesine ihtiyaç duyacaktır.”
İşbu “rasyonel insanın” vücut bulmaya başladığı yerin adı Floransa, alamet-i farikası da Michelangelo’nun “Davut” heykelidir. Floransa’ya gelen herkesi her noktadan süzmekte ve insanın “Tanrı” karşısındaki zaferini (sözde) ilan etmektedir.
Not: Hayatı boyunca kiliseye hizmet etmiş olan Michelangelo, “Davut” heykelini yontarken bunları düşünmüş müydü bilmiyoruz. Kesin olan bir şey varsa, Batı’nın en büyük kırılmalarından birinin (hatta bugünü belirleyen kırılmanın) Floransa’da gerçekleştiği ve Michelangelo’nun da bu kırılmanın içine doğduğu, bundan beslenip suyunu içtiğidir. Öte yandan, Michelangelo’nun bunları düşünüp düşünmemesinin önemi yoktur. Çünkü semboller, dinler (mitik, mistik ya da İlahi) tarafından belirlendiği gibi insanlar tarafından da belirlenir. Tam da bu noktada Michelangelo’nun “Davut” heykeli bir kırılma belgesidir. Kilise katolisizminin her şeyin belirleyiciliğine oynadığı bir dünyada, sivil bir itiraz olarak var olmuş ve bu itirazın bütün çağlardaki sembolüne dönüşmüştür. Bugün manzara hala böyledir (Belki de Michelangelo’ya rağmen).