Suriyeli muhacirler meselesi giderek daha fazla Türkiye’nin yumuşak karnı olmaya başladı. Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrışmasını istedikleri oranda başaramayanların gözünü diktikleri yeni gerilim noktası Suriyeliler olmuş durumda.
Bir kısmı özel olarak üretilen “yalan haberler” üzerinden toplumu gerip, ülkenin kaosa sürüklenmesinden siyasi ikbal peşinde koşan “sözde milliyetçi” çevrelerin ileri gelenlerinin, hatta bazı milletvekillerinin de içinde olduğu bu çirkin kampanya ne yazık ki maya tuttu.
Yabancı düşmanlığı ve etnik milliyetçilik söylemleri çok kısa sürede taraftar bulabilecek bir çirkeflik çünkü. Futbol taraftarları nasıl birbirlerini öldürebilecek, karşı takımın taraftarını gözünü kırpmadan linç edebilecek noktaya geliyorsa, sizinle aynı etnik kökene ya da mezhebe mensup olmayanlara karşı da çok çabuk nefret biriktirebiliyorsunuz. Türkiye, 6-7 Eylül olaylarında ve daha sonra Maraş‘ta bunun acısını çok derinden yaşadı.
Hükümet, sekiz yıl önce Suriye iç savaşı başladığında, bu çatışmaların bu kadar uzun sürebileceğini öngöremedi. Elbette kimse öngöremedi. Mısır ya da Tunus gibi ülkelerdeki devrim süreçlerinin olumlu ya da olumsuz ama bir şekilde kısa sürede neticelenmesi, Suriye’deki savaşın da kısa sürede biteceğini düşündürdü. Oysaki, Suriye Savaşının diğer ayaklanmalardan temel farkı, “mezhebi bir nitelik” taşımasıydı. Kanlı rejim, iktidarını koruyabilmek için savaşı mezhebi bir karaktere dönüştürmüş; İran ve Hizbullah gibi unsurları da bu sayede sahaya çekmişti.
Bunları neden mi anlatıyorum? Çünkü, Türkiye’de Esed rejimine, ideolojik ya da mezhebi temelde destek veren; Türkiye’nin PKK, DHKP-C, MLKP gibi terör örgütlerine karşı verdiği savaştan rahatsızlık duyan bir kesim var. Bu yapılar, Esed rejiminden kaçan muhacirlerden de aynı şekilde nefret ediyorlar. Sosyal medyada güçlüler. Türkiye’nin bir iç karışıklığa sürüklenmesinden memnun olurlar.
Onun için sürekli yalanlar üzerinden algı operasyonu yürütüyorlar. “Bizim askerimiz Suriye’de ölürken, onlar burada nargile tüttürüyor” söylemi, bunlardan sadece birisi.
Türkiye, 1 milyon insanın hayatını kaybettiği bu iç savaşa bugüne kadar asla müdahil olmadı. Önce Fırat Kalkanı ile daha sonra Zeytin Dalı ile yürüttüğü operasyonlar ise sadece Halep’in ilçelerini işgal edip, sınırdan ülkemize saldıran DEAŞ ve Afrin’i ele geçirip terör yuvası haline getiren PKK‘ya karşı oldu. Bugüne kadar Mehmetçik, Suriyeli mazlumları korumak gibi bir gaye ile ne Esed rejimine ne de efendilerine karşı “doğrudan” savaşmadı. Yani “Askerimiz onlar için ölüyor” iddiası baştan sona büyük bir yalandan ibaret.
Peki, bu kadar açık bir hakikati “yalan uyduranlar” bilmiyor mu?
Elbette biliyorlar. Fakat, PKK ve bileşeni olan terör örgütlerinin zemin kaybetmesi bu çevrelerin işine gelmiyor.
Bunlar zarar gördükçe Esed rejimi zayıflıyor.
Bunlar zarar gördükçe efendileri olan ABD bölgede “parayla tuttuğu adam”larını kaybediyor. Emperyalizm zayıflıyor.
Peki nasıl olur da, “milliyetçilik denince mangalda kül bırakmayanlar” böylesi bir tezgahın içinde yer alır?
Onu “Afrin’in hesabını İstanbul’daki seçimde sorduk” diyen HDP’lileri “nasıl alkışladılar” sorusuna cevap bulduğunuzda, bulmuş olacaksınız.