Kültür ve Turizm Bakanlığı görevinde bulunmuş bir siyasetçi arkadaşımız bir kültür ortamında çerçevesini Cemil Meriç’in şu veciz ifadelerinin belirlediği bir konuşma yaptı. “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa.” Bir başka serazat aydın Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’de “"Bizden evvelki nesiller gibi bizim neslimiz de bu değerlere şimdi medeniyet değişmesi dediğimiz, bütün yaşama ümitlerimizin bağlı olduğu uzun ve sarsıcı tecrübenin bizi getirdiği sert dönemeçlerden baktı. Yüz elli senedir hep onun uçurumlarına sarktık." dedikten sonra Huzur romanında sözü alevlendirmeyi sürdürüyor. “Halbuki su değiliz; insan cemaatıyız ve bir nehre katılmıyoruz, bir medeniyeti kültürüyle benimsiyoruz; onun için de bir hususi hüviyet olmamız lazım. (…) Yeniye, başından itibaren bizim olmadığı için şüphe ile eskiye, eski olduğu için işe yaramaz gözüyle bakıyoruz. (…) Birisi eski bir medeniyetin enkazı, öbürü yeni bir medeniyetin henüz taşınmış kiracısı olmasınlar. İkisinin arasında bir kaynaşma lazım. Sonra, mazi ile alakamızı yeni baştan kurtarmamız lazım. (…)İç harp, yani bir medeniyetin gömlek değiştirme şekillerinden biri.”
Geoffrey Lewis "Trajik Başarı/ Türk Dil Reformu" kitabında tartışmaya son veren ironisiyle “Türkçede özleştirme hareketi gibi kapsamlı bir ‘dil devrimi’ başka hiçbir dilde görülmemiştir.” diyor. Gökhan Yavuz Demir, Lewis'in kitabının girişindeki yazısında "'Cumhuriyetimizin üzerinde saray dili bir ‘Kamutay dili’ olabilir mi?' Bu, Cumhuriyet önderlerinin, İmparatorluğun çöküş yıllarının 'Türkçülük' akımından miras kalan çağdaşlaşma projelerinin bir parçasıydı." Yaptığı tespit, üzerinde tefekkür etmeye değer bir veridir. Bu acıtıcı tespit cehaletten beslenerek siyasi nara köpürtenlerin cehaletlerini tavşana tutulan projektör ölçeğinde açığa çıkarıyor.
Doğulu veya Batılı düşünce insanları doğal olarak alışık olmadıkları bu kültürel kopuşu, alfabenin rafa kaldırılması ve lisanda “özleştirme, sadeleştirme, tasfiye” gerekçeleriyle dilsizleşmeyi anlamakta zorlandılar. İnanç, kültür, medeniyet ve tevarüs eden değerlerini “kıymetli” belleyip, bilmek isteyenler eleştiride seslerini yükselttiklerinde bedel ödemeye zorlandılar. Kültürel kopuşu, medeniyet değiştirmeyi; kim, neyi, niçin eleştirdi? Tarih, sosyal bilimler, edebiyat, kültür ve medeniyet tarihi ile ilgilenenler, mimari tarihini merak edenler, “bizden bir asır önce yaşayan, konuşan, yazan” insanlarını merak edenler bu soruları sorduğunda büyük bir duvara tosladılar. Abece (alfabe) ve tedavülden kaldırılmış kelime! İstiklal Marşlarını, kurucu kadronun öncüsü Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’unu okuyamayan ve anlayamayanların onları savunmak ve eleştirenleri yargısız infazla toplumdan tasfiye etmek veya “siyaseten katl”e mahkûm etmek! Kürsü retoriğini cehalete emanet eden siyaset erbabı, bu ülkenin zihin tarihini ve kalbi aidiyetini Nemrut’un İbrahim için yaktığı ateşe atıyor.
**
Cumhuriyet öncesi kullanılan alfabenin Türkçe için yetersiz olduğu fikrini ilk dile getirenlerden biri 17. yüzyılda Kâtip Çelebi olmuştur. Bu görüş, Tanzimat Dönemi’nden itibaren yoğun bir şekilde tartışma konusu oldu ve alfabe değişikliğinin tarihî temelleri Batılılaşma ile eş zamanlı olarak yürürlüğe kondu. Alfabe ve dilde sadeleşme Tanzimat Dönemi’nden önce ortaya atılsa da bu konuda kayda değer bir ıslahat girişimi olmamıştır. Devletin dilde sadeleşmeye taraf olduğu tarih, II. Mahmud’un Mekteb-i Tıbbiyye-yi Şahane’nin açılışında yaptığı konuşmadır.
Tanzimat Dönemi, medeniyet ve kültürden kopuşun ve dil tartışmalarının yoğunlaştığı yıllardır. Hukuk, eğitim ve sosyal alanlarda ilk büyük kırılmaların tarihe not edildiği bu dönemde dil ve alfabe ile gündelik hayat tercihleri gazete ve dergiler başta olmak üzere Batıcı aydınların ve karşıtlarının buluştukları mahfillerde yoğun olarak tartışılmıştır. Bu tartışmalarda sesini Batıcılar karşısında yükselten genç dehalardan biri Namık Kemal’dir. O, eğitim-öğretimde geri kalmışlığın sebebi olarak halkın okuma-yazma öğrenemeyişinin harflerle değil, eğitim sistemi ile ilgili olduğunu yazar. Ona göre yenilenme ve ıslahın alfabeden önce eğitim sisteminde yapılması gerekir ve Latin tabanlı harflerin kullanılmasına şiddetle karşı çıkar. Ancak aklı ve kalbi Batıda mayalanan dönemin münevverlerinden etkilenen Osmanlı bakiyesi Cumhuriyet’in kurucu kadroları alfabe değişikliğini ilmi bir veri ortaya koymadan gerçekleştirdiler.
Alfabe değişikliğinden sonra yürürlüğe konulan kültür ve medeniyet ufkumuzun kelimelerini tasfiye ve dilde pagan dönemi kelimeleri ile iletişim kurma çabaları, dili anlaşılmaz bir noktaya taşıdı. Bunu ilk anlayanlardan biri Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabından emanetle: “Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, benim, yanı başındaki iskemleye oturmamı emretti. ‘Dili bir çıkmaza saplamışızdır,’ dedi. Sonra: ‘Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır. Ama ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız,’ dedi.” Ancak kültür ve medeniyet değerlerinin pervasızca tasfiyesi İnönü Dönemi’nde hiçbir bilimsel onay gözetilmeden sürdürüldü. Dilde tasfiyecilik ve atılan kelimeler yerine uydurulmuş anlamsız kelimelerin ikamesiyle muhayyile iğdiş edildi. Dini terimlere müdahale hümanizm etiketi ile kamufle edildi. Eğitimden kültüre, resmî yazışmalardan kanun ve anayasa diline kadar devlet eliyle dilde en sert tasfiye süreci on yıl boyunca yürürlükte kaldı.