Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca‘nın ülkemizde koronavirüsü teşhisi konulmuş bir hastanın tedavi altına alındığını açıklaması üzerine “felaket tellalları” rahat bir nefes aldılar. Tüm dünyayı kasıp kavuran bu salgının Türkiye’ye bir türlü gelmemesini dert edenler, virüsü adeta davul zurnayla karşılayacaklardı.
Böylece başladı marketlerde bir salgına dönüşen yağma arzusu. Kolonya, temizlik malzemeleri, eldiven ve maskeyi anlıyorum da, makarna raflarının talan edilmesini anlayabilmek güç. Her evin adeta bir geleneksel “salça, reçel ve turşu” deposu olduğu ülkemizde demek ki tek korkumuz “makarnasız” kalmakmış.
AÇLIĞIN PENÇESİNDEKİ MİLYONLARDANDA MI UTANMADIK
Suriye’de tam dokuz yıldır milyonlarca insanın, çöl sıcaklarının olduğu yaz günlerinden, çamurun ve karın nefesleri kestiği kış günlerine kadar tüm zamanlarını “naylon bir çadırda” geçirdiğini görmüyor muyuz? Şam’ın yakınlarındaki Duma ve Guta‘da çocukların, yıllar süren abluka yüzünden açlığa dayanamayıp sokaklarda onar onar öldüğü, insanların evlatlarına “kedi ve köpek eti yedirebilmek” için fetva istediği bir zamanda evlerimizi “erzak deposuna” döndürmekten hiç haya etmedik mi?
İnsanı bencilleştiren, tevekkül ve dayanışma bilincinden uzaklaştıran bir virüsten daha “ölümcül olanı” var mıdır?
SALGIN HASTALIKLAR DEĞİL BENCİLLİK ÖLDÜRECEK
Dünyamız daha önce de benzer salgın hastalıklarla kırıldı. 14. yüzyılda Avrupa’da “Kara Ölüm” denilen veba, kıta nüfusunun üçte birinin ölümüne sebebiyet verdi. O dönemde de, bugün olduğu gibi soylular, kraliyet aileleri, zenginler ölümden payına düşeni almışlardı. Kimse arkasında komplo teorileri aramadı.
İstanbul’da hem Bizans hem de Osmanlı dönemlerinde ölümcül veba salgınları olmuş, 1501 yılındaki salgında nüfusun dörtte biri hayatını kaybetmişti. 1625 yılındaki veba salgınında ise 200 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Hele savaşların coğrafyamızı yok ettiği 19. yüzyılda çok çeşitli hastalıklar ardı sıra Türkiye’yi vurdu. Fakat, her defasında ülkemiz yaralarını sarıp, bu cendereden çıkmayı başardı.
Modern çağın, insanı ahlakından; fedakârlık, diğerkâmlık gibi güzel hasletlerinden sıyırıp “bencil bir varlığa” dönüştüren “makarna virüsünden” nasıl korunur, bu cendereden nasıl çıkarız? İşte asıl düşünmemiz gereken bu.
Bu virüsün başka kötücül semptomlarından birisi de, sürekli komplo teorileri üretip, fesadı yaygınlaştırmak ve “iyi işleri” takdir etmemek.
Bu virüse yakalanırsanız, eşiğimizdeki İran ve yanı başımızdaki Avrupa koronadan kırılırken, Türkiye’de hastalığın hala iki kişide görülmüş olmasını, “ırkımızın genetik safiyetine” hatta “hükümetin hastalıkları örtbas etmesine” dahi bağlayabilirsiniz.
Tek aklınıza gelmeyecek olan şey, devletinizin süreci iyi yönetmesi ve Sağlık Bakanlığınızın erken tedbir aldığı gerçeği olacaktır.
Allah hepimizi etrafa bencillik ve fesat yayan makarna virüsünden korusun.