Milletimiz henüz şamata yapıyor olsa da “koronavirüs” dünyayı kasıp kavurmaya devam ediyor. 192 ülkenin 117’sinde ölümcül salgın görüldü. Çin, İtalya ve İran’ın başını çektiği ülkelerde yaklaşık 5 bin insan virüs sebebiyle öldü. İnsanların koronavirüs sohbetlerinde öne çıkan tek bir şey var.
Çin’den İtalya’ya, Fransa’dan Kore’ye, İran’dan Almanya’ya, İspanya’dan Amerika’ya kadar ölenlerin ‘ortak yanı’ yok; sanki virüs “müşterek şemsiye” taşıyor.
Elbette toplumsal felaketler üzerine kalem oynatırken ve konuşurken; dikkatli olmak gerekiyor. Geçmişte depremler hakkında yapılan spekülasyonları hatırlıyoruz. Bugün de fısıltı gazetesinde manşetler dolu.
Çin’deki felaketin ülkeyi yarı yarıya fakirleştirdiği dönemde Uygurlar’ın yaşadığı zulme dikkat çekiliyor mesela. Ya da, Çin’i çoktan aşmış olan bugünkü çırpınıp çırpınıp yere düşmeler, harita üzerindeki kırmızı işaretler ile belirginleştirilmiş bela, ölen veya sağ kalıp yollara düşen milyonlarca Suriye vatandaşının kanını yansıtan iz olabilir mi? Yani Türkiye dışında bütün dünyanın sessiz kaldığı, sağır olduğu büyük insanlık dramının bir yansıması olabilir mi koronavirüs?
‘Koronavirüs’ denilen illetin, Budizm ve ateizm merkezi Çin’den başlayıp, Hristiyanlığın merkezi Vatikan’a, oradan Şiiliğin merkezi İran’a ve dahi Museviliğin merkezi İsrail’e sıçraması sadece bir harita ironisi midir acaba?
Elbette ve tekraren söylemeliyim ki, böylesine büyük felaketler üzerine yazıp çizerken suçlayıcı olmamak gerekiyor.
Fakat ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin işaret ettiği bazı gerçekleri de bazen hatırlamak gerekiyor. Dini meseleler üzerine ahkâm kesecek belki de son insan bile değilim; ama okuduklarımdan aklımda kalan önemli bir şey var. Yeniden büyük harfler ile hafızama gelip kuruldu:
“Kıyamet alâmetlerinden birisi, toplu ölümlerin artacak olmasıdır.”
Dünyayı tersine çeviren virüs, mazlumların gözyaşları belki de…
Türkiye’nin aldığı tedbirler, insanımızın çoğunluğunun beş vakit ellerini ve yüzlerini yıkaması, devlet idaresindekilerin basiretli tutumları…
Keza, Türk insanın dört milyon Suriye vatandaşına kucak açması, devletin o gönlü kırık insanlara milyon dolarlar harcaması, “Sadaka belayı def eder” sözünün korumasına girmez mi?
Özetle, insani olaylarda biraz daha vicdanlı ve insaflı yaklaşırsak, başımıza gelebilecek belaları da belki hafifletebiliriz. Yoksa salgın, ruhumuzun derinliklerinde saklanan kötülüğün tohumuna erişene dek hiçbirimizi azat etmeyecek.