Son söyleyeceğimizi başta söyleyelim; kamuda liyakat devletlerin namus meselelerindendir.

Meseleye ister evrensel vatandaşlık gereğiisterse ilahi tabii hukuk üzerinden bakalım, devletin istihdam politikalarında tam bir tarafsızlık ve hakkaniyet anlayışı içinde olmaması,bir devletin kendisine ve milletine yapabileceği en büyük kötülük ve bir medeniyet sözleşmesi için en büyük tehdittir.

Onlarca devlete, yüzlerce yıllık medeniyet geçmişine sahip bir millet olduğumuzla iftihar ederken FETÖ isimli canavar gün yüzüne çıktıkça gördük ki devletin en temel görevlerinden biri olan seçme, atama ve yükseltmelerde ne yazık ki durum çok vahim.

Her birimizin onlarca örneğine tanık olduğumuz bu öne alma, aradan seçme ve araya sokma yoluyla kayırma refleksini, vatandaş on yıllardır kanıksadığı için devletin karakteri olarak kabul etmiş ve hangi yapıdan kaynaklanırsa kaynaklansın devletin eksi hanesine yazmıştır.

Ne yazık ki uygulayıcılar da bu tasarruflarıbir süre sonra kendilerinde doğal bir hak olarak görür hale gelmiş ve düzen büyük ölçüde güç dengelerinin elinde şekillenmiştir. Çok partili hayatımzda iş başına gelen sağ ya da sol iktidarlarda, kadrolaşma konusu rövanş duygusunu doğurmuş ve bunun ölçüleri zaman zaman kaçırılmıştır.

AK Partili yıllar, “cemaat” adlı örgütün devletteki ustalık dönemidir. Bu süreçte, öğrenci seçme ve yerleştirmesinde, kamudaki her türlü istihdamda, devletin en kritik yerlerine kadar bu örgütün etkinliğini ayan beyan görmüş olduk.

Son aylarda çok konuşulan 2010 KPSS ile bayraklaşan usulsüzlük ebette bununla sınırlı değildi. Akademik camiada sağır sultanın duyduğu yabancı dil sınavları, öncesi ve sonrası yılları ile gözden geçirilmeliydi. Bu konuda ciddi uyarılar yapıldı ama bu kurumların o yıllardaki yönetimi ve yargı malum etkinlikler altında şekillendiği için ne yazık ki sonuç alınamadı.

15 Temmuz ayaklanması ile çok açık olarak gördük ki maliyeye, adliyeye, emniyete, orduya, bilim ve teknoloji kurumlarına, üniversitelere ve daha pek çok yere en kolay yoldan malum şebeke yerleşebiliyormuş.

81 ilin 74il emniyet müdürünü seçmişler. Bakanları, vekilleri, valileri, başkanları, rektörleri seçmiş, seçtirmişler. Bu yapılanmanın şifrelerini çözenlerin sesini keserek “davanın” önündeki engelleri bir bir ortadan kaldırmışlar.

Siyaset, bu ayaklanmayı bastıran fedailer hakkına ve bu vatan için can veren şehitler adına bu saatten sonra istihdamda liyakat ve milletin emeğine sadakat konusunda çok açık bir taahhüt içinde olmalıdır. Çocukluk evresindeki bir birey, özellikle devlet kademelerinde, istediği ve hak ettiği takdirde önünde hiçbir engelin olmayacağı inancı içinde yaşamadıkça bir medeniyet gerçeğinden bahsedemeyiz.

Hiçbir aracının bu hakkaniyet düzenini bozamayacağını, hiçbir gücün emeğin karşısında duramayacağını göstermeden Asım’ın neslinden söz edilemez. Daha çocuk yaşta kandırdığımız bir vatandaştan daha sonra fedakârlık ya da sorumluluk bekleyemeyiz. Devlet denen aygıt, bu sorumluluğu yerine getiremiyorsa hangi görevini doğru yapabilir.

Bu tarz cemaatli yapıları, partilerdeki gereksiz iş yükünü, duygusal ve finasal aracıları besleyen damarlarbütünüyle bu hastalıklı istihdam politikalarıdır. Halihazırda millet size bu fotoğrafı da düzeltmeniz için fırsat vermişken bu caddeyi temizleyin.

Aksi halde, söz verdiğimiz, kayırdığımız ve ayırdığımız kadroları sonuna kadar korumak zorunda da kalıyoruz. Ayrıca, hak etmeden, tavassutla iş başına gelenler iki sebepten başarısız olmaya mahkûmdur. Birincisi liyakatsizdir, hakkı olmayanı aldığı için beceriksizdir. İkincisi de kendisini oraya taşıyan güçlü aracısına yaslandığı için hoyrat, hovarda ve aymazlık içindedir.

Her kurumun, kendi yapısı ve geleneği ölçüsünde, hukukun üstünlüğüne dayalı bir terfi esasını belirlemesine izin verilmelidir. Çağın teknolojisini kullanan merkezi sistemlerin ölçme ve değerlendirmedeki başarısını tartışmak doğru değil. Sorun, bir kurumun homojen örgütlerin eline geçmesine müsaade eden ve denetleyemeyen devletten kaynaklanmaktadır.

Devlet kadroları Ömer makamındakiler için beytülmal hükmündedir. Dini duyarlılığı olanların, bu emanetlerin dağıtımı konusunda da dini duyarlılık içinde olması gerekir. Bir cemaatin, hak etmeyen müntesipleri için aracı olması ya da aracılar istemesi kadar ayıp ve günah olamaz. Bu Allah’ın adaletine de milletin hukukuna da uygun düşmez…