“KÖRLER memleketinde görmek, hastalık sayılır”mış…

Cenap Şahabettin’in bu tespitinin daha detaylı halini Portekizli yazar Jose Saramago’nun olabildiğince sade bir üslup ile kurguladığı “Körlük” kitabından okumuştum.

Evet, kitabın adı “Körlük”tü ve “görmek-bakmak, anlamak, kabullenmek arasındaki mesafelere dikkat çekiyordu.

Yazar, ezber bozucu kurgusu ile okuyucuyu yanılgılardan, zanlardan ve mesnetsiz kabullerden arındırarak görmeye davet ediyordu.

Kitapta, araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşiyor, körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşıyordu.

Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılıyor, öldürücü olmasa da tüm ahlâkî değerleri yok etmeyi başarıyordu.

Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık oluyor, ancak ahlâkî değerlerine ve inançlarına sahip olanlar ayakta kalabiliyordu.

Körlük günümüzde de işte böylesi sari bir hastalık gibi sirayet ediyor topluma!

Bizden olmayan, fıtrî ve coğrafî ve dahi kültürel kodlarımıza aykırı temalar, yadırgama eşiğimizi hızla atlatarak önce tedirgin bir yaklaşım, sonra kabullü bir alışkanlığa ve daha kötüsü bir sükseye dönüşüyor.

Biz böyle değildik! Körleştiriliyor muyuz?

Son yüzyılda, ülkemiz, maddî manevî değerleri imha edilmek üzere sistematik biçimde “körleştirilme” sürecinden geçiyor.

İslâm coğrafyaları ya savaşlarla yahut algı operasyonları ile Şövalye ruhlu misyonerlerin matematiksel asimile yöntemleri ile kuşatılıyor, hayatın tüm alanlarını ve ruhlarımızı sinsice işgal ediyor.

Kullandığımız her eşya, her meslekî alan, birbirimizle ilgilendiğimiz zamandan daha fazlasını ayırdığımız televizyon programları, telefonlarımız, sosyal medya, giyimimiz, kullandığımız markalar ve amblemleri, takılarımız, kullandığımız aksesuarlar, alışveriş mekânları, dolaştığımız sokaklara varıncaya kadar her yere Haçlı mührü vuruluyor.

Bu satırlarım, “İllimunati Örgütü, subliminal mesaj ve Masonluk” gibi çağrışımlara sebep olacaktır zihinlerinizde.

Tahminen, çiğnenmekten çürümüş bir sakızın oluşturacağı yapışkan bir his yerleşecek içinize.

Fakat endişelenmeyin, kavramlar yığını hâlinde ne tanım ve tarife gireceğim, ne de Masonluğun uzun uzun o bıktırıcı ve fakat caydırıcı olamayan (!) prensiplerinden, kademelerinden ve ne de gizli eksantrik esrarından söz etmeyeceğim…

Çünkü bunca yazılıp çizilmesine rağmen, bu bahis çok ehemmiyetli olmakla birlikte hakikaten çürük bir sakız gibi elimize ayağımıza ve dilimize dişimize yapışmaktan öte bir işe yaramış görünmüyor.

Dolayısıyla kavramlar, bilinen (bilindiği sanılan) Yahudi ve Hıristiyanlık âlemine ait semboller ve işaretlere dair yüklenimlere, bunu yapanların amaçlarına bu çalışmada kitabî terimlerle yeniden yer vermem, bugüne kadar harekete geçilmemiş bu tehlikeli ve risk barındıran yönteme dikkatleri çekmeme yetmeyecektir.

Üstelik bu mevzu yaşam alanlarımıza öyle sirayet etmiş ki kendimize yabancı, onlara yakın hisseder olmuşuz çoktan; artık rahatsız dahi olamıyoruz.

Komplo teorilerine, gizli misyona haiz örgüt muhabbetlerine girmeme de hiç mi hiç gerek yok. Zira söz konusu Hıristiyanlık ve Yahudi ideasına sahip kişiler de bu durumun farkındalar ve gizlenip saklanmaya hiç mi hiç tevessül etmiyorlar.

Yahudiler aleni hizmet ediyorlar “Büyük İsrail Devleti”ni coğrafyalara mahkûm olmadan sembolleriyle kuşatarak genişletmeye.

Haçlı Şövalyeleri de keza öyle… Aşikârane bir gayretle Hıristiyanlık idealarını sembollere ve işaretlere yükleyerek bir mühür gibi vuruyorlar bilinçaltımıza, akıllarımıza, nefsimize, hayatımıza, hâsılı toplumsal ruhumuza.

Biz, artık geçmişe yabancı, onlara yakınız hayatın dilini okumakta. Çünkü hayli ortak sembolümüz, imgemiz, simgemiz var onlarla.

Şövalyeler kılıçsız kalkansız, “tek göz” ve “istavroz”  ile çoktan göç ettiler aramıza. Her yerde, bizden biri kadar rahat çıkıyorlar karşımıza.

Çoktan efsunlandık, daha fazla kirlenemez zihinlerimiz! Mesela Türkiye Büyük Millet Meclisinde koltuk sahibi bir partinin Kürdistan hayali zımmen kabul görebilir.

Ülkemizi ırkçı ve azınlık politikaları ile bölmeye, kardeşi kardeşe düşürmeye, kız alıp vererek yüzyıllardır bir arada yaşamış insanımızı birbirine düşman etmeye gayretlenmiş, sırtını PKK gibi terör örgütlerine yaslamış siyasî parti “HDP” ambleminde yer alan sembolleştirilmiş “Gargat” ağacı ile Yahudi misyonerliği ve İsrail arasında nasıl bir kan bağı olduğuna şahit olabiliriz.

Ah, evet, körlüğümüz öyle bir hâle gelmiş ki onların sinsice bin bir türlü entrika üretmelerine bile kalmıyor artık. Kör gözümüze parmak sokmaları bundan.

Bu cesaretlerini anlamak için kısaca, “Normalleşme sabiti eşittir integral” ile Yahudilerin temel şifre kaynakları “Kabala” arasında nasıl ehemmiyetli bir bağ kurduklarına bakmak gerekiyor.

Bir fonksiyon çözümlemesini, integralin temel dağılımının temelini oluşturan pay/payda ve karekökü alınmış verinin varyansları ile izah etmeyeceğim. Fakat integral fonksiyonunun “normalleştirilmiş sabitine” varmak için izlenen yolun, Yahudilerin ve Hıristiyanların tebliğ gayretlerinin matematiğini oluşturduğunu, profesyonel bir üslup ve somut ispatlanabilir bilgi kaynaklı hayatı adımlayışlarını anlamak gerek.

“Normelleşme sabiti ve integral” alanından şu küçücük tanım bile Haçlı Şövalyelerinin yöntemleri hakkında kayda değer ipuçlarına ulaştıracaktır bizleri: “Olasılık kuramında bir normalleştirme sabiti, hiçbir yerde negatif olmayan bir fonksiyonun sabitidir.”

Görüldüğü üzere Yahudiler tebliğlerini, Kabala sistemleriyle negatif sonuçlardan azat etmeyi prensip edinmişler.

Uğraşıyorlarsa başaracaklar demektir bu.

Sabiti belirledikten sonra insanları tamsayılar olarak kabul ediyor, tebliğlerinin normalleşme sabitlerinin etki alanını büyütüyorlar.

Hâsılı dışarıdan gelen etkinin risk miktarları hesaplandığından, tamsayı hükmündeki her bir insanımızın ruhuna nüfuz ederek yadırganacak olan veriyi normalleştirmekle kalmayıp, bir sabite oluşturuyorlar.

Bütün bunları, bu coğrafyanın temel manevî dinamiklerini kendi imge ve simgeleriyle küstahça kuşatarak yapıyorlar.

Verilecek örnek çok, ancak konuşmaktan çürüttüğümüz bu mevzua çokça örnek vermek yerine bir tanesi ile iktifa edeyim.

“2015 Kutlu Doğum” logosunu bir incelediğinizde göreceksiniz ki, Resul-ü Zîşânımız Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vessellem) Efendimizin mevlitlerini kutlayacağımız programların davet logosunda, şer’î hükümlerle yönetilmiş Osmanlı’nın sembolü olan heybetli bir çınar ağacı yoktu.

Cennet’te varlığı haber edilmiş, kökleri göğe yükseldiği ifade edilen “Tûba ağacı” ile de sembolize edilmemişti… Fakat Peygamberimizin, “Öyle ki, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak, ama ağaç ve taş dile gelerek, ‘Ya Müslim! Ey Allah (cc) kulu! Gel bak, benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, benim arkamda, gel, onu cezalandır!’ diyecek. Sadece ‘Gargat’ ağacı bunu söylemeyecek. Çünkü o Yahudi ağacıdır” (Kitabu’l-Fiten, H. 2239) buyurdukları hadislerinde sözü edilen “Gargat ağacı”, bodur hali ile “Kutlu Doğum Haftası” kutlamalarında boy gösteriyordu. FETÖ’nün marifetlerinden biriydi bu ve bizler körlüğümüzde ısrarlıydık.

Şöyle sorsam: Bizi bıktıracak kadar gündemimizde kalan, hemen hemen herkesin konu açısından üzerinde hâkim olduğu(!) Siyonizmin ve Masonların (illuminati) sembol ve işaretlerle hayatımızı işgal etmelerine dair üretilen komplo teorilerini kaç yıldır okuyor, biliyor, izliyor, dudak büküp birbirimizi küçümseyici tavırlar sergiliyoruz?

El-cevap: Son 30 yıldır… Peki, bu duruma bu kadar hâkimiz ve bu kadar farkındayız da 2015 yılının Kutlu Doğum logosu neden İslâmî bir simge ile değil de Musevilerin arkasına saklanmak için her yere diktikleri Gargat ağacı ile tasarlanmıştı?

HDP ne zaman kuruldu? 2014’te değil mi? O gün bugündür Gargat Ağacı ile Türkiye’nin siyasi arenasında arzı endam etmeye devam edebiliyor.

“Olsun” mu? Oluyor zaten, durdurmaya gayretimiz olmadığı gibi, kuşatılanı kuşanmaya da pek bir teşneyiz.

Körlüğe bile isteye hatta gayr-i ihtiyarileştirerek talibiz…

Körlüğümüz had safhaya ulaştığından mıdır her konuya hâkim olduğumuzu sanmamız?

İtiraf ediyorum, ben de körleşmeyi çok denedim. O kronik, o bilindik “her imge ve şekli getirip gizli örgüt ve sinsi dönüştürme” repliklerini kullanmaktan imtina ettim. Açıkçası çevremde olup bitenleri kanıksamış görünüp görmezden gelmeyi çok diledim.

Çünkü semboller hakkındaki kaygımdan söz ettiğimde “Hım! İlluminati, subliminal mesaj, Masonluk falan… E, çok işlendi bu konular” gibi tepkiler alınca, “Herkes çözmüş bu meseleyi, gördüklerim muhtemelen benim körlüğüm” diyordum.

Fakat masum yavrularımızın, gençlerimizin bir sükse, bir imaj kaygısı, farklı görünme çabasının semboller temel dinamiğini oluşturduğunu fark ettiğimde, kendi adıma, her türlü dudak bükmeyi göze alarak, hatta biraz da “geç kalmışlıkla” itham edilmeye müsaade ederek konuya hâkim olanlardan(!) af dileyerek(!) yazan olmaya talip oldum.

Zira gözümün önünde benim imge ve sembollerime, aslî kaynaklarıma sağırlaşmış, başkalarının sembolleriyle tarz oluşturmaya çalışan su gibi gençlerin anadili hükmündeki hakikatinden uzaklaşmasına gönlüm razı gelmiyor. Onların aşkına da, derdine de, işine de, oturduğu mekâna da yetecek ve üstelik dua hükmüne geçecek pek çok kaynağa sahipken, gençlerimizin zarafetini çalan hoyrat takılarla, masumiyetlerini talan eden terbiyesiz rap ve pop şarkılarla kirlenmelerine, bizim mazimizde hiç yer almamış cadılı, zombili tişörtlerle çirkinleştirilmelerine tahammül edemiyorum!

Varsın olsun, ben tekrara düşen, konu bulamayıp kolaya kaçan yazar olarak anılayım. İnanın, hiç gam değil! Siyonist lider David Ben Gurion’un, “Yahudi Devleti’nin sınırları sonsuza dek kesinleşmeyecektir” sözüyle ifşa ettiği hedefin gerçekleşmesinden korkuyorum!

Evet, İsrail’in sınırları yerkürede çokça genişlemeyecek, yüksek rakamlı yüzölçümleri olmayacak belki, ancak onlar hadsiz ve hudutsuzca (!) “Büyük İsrail Devleti”ni Müslüman soykırımlarıyla ve ruhlarımızdaki manevî dinamikleri yıkıp, yerine kendi kutsal inançlarını inşa ederek dünyanın dört bir yanına hızla yayılacaklar, yayılıyorlar.

Aslında “semboller” konusu son günlerde beni endişelendiriyor olmakla birlikte, son sekiz yıldır işimle ilgili bir müşkül ile de zihnimi meşgul ettiğinden, geç kaldığımı düşündüğüm ilk konudan başlayarak mevzuya giriş yapalım.

Sanat danışmanlığını yaptığım Kültür Ajanda ve Haber Ajanda dergileri, telif sorumluluğu gereği fotoğraf stok ajanslarına abone olunarak resimlendiriliyor. (Üstelik küçümsenmeyecek miktarlar ödenerek.)

Yüzde 99’u Müslüman, İslâmî ve tarihî kültürel derinliğe haiz ülkemde fotoğrafçılarımız, tasarımcılarımız, yerli turistlerimiz, fotoğraf çekmeye meraklı insanımız gezmekten, görmekten, söylemekten, eylemekten, çekmekten, sosyal medyada paylaşıp tüketmekten yorgun düştüklerinden(!), bu tür sitelere kaynak sağlayamadığından kendi kültürümüze dair fotoğraf bulmak hayli zor oluyor.

Ancak Yahudiler ve Hıristiyanların bu konuda maşallahları var. Onlar bu siteleri öyle çok önemsiyor, öyle çok gayret ediyorlar ki fotoğraf stok sitesinin arama çubuğuna ne yazsanız, “Mason” sembolleri ile donatılmış fotoğraflarla karşılaşıveriyorsunuz.

Mesela “Din” yazıldığında, gelen verilerin tamamı (tasarım yahut fotoğraf) “haç” işaretleri ile bezenmiş oluyor. Çünkü dünyada tek din var, o da Hıristiyanlık(!)… Yine “Dünya ve kurtuluş” yazıldığında ekrana gelen veriler, yerküre üzerine çakılmış haç işareti ve çarmıha gerilmiş İsa heykeli oluyor. “Kutsal kitap” yazılınca da Kitab-ı Mukaddes, yani dünyaya hâkim olduklarını zannedenlerin kitabı İncil geliyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Hâsılı, biz böyle küçük işlerle (!) uğraşmaktan imtina ettiğimizden, meydan onlara kalıyor. Ne yapsınlar, onlar da ellerinden geleni artlarına koymayıp zamanın nabzını tutuyorlar. Hayatın her alanı onlarla başlıyor, onlarla devam ediyor.

Biz Müslümanız, öyle süflî işlerle işimiz olmaz. En kötü ihtimal, o sembol yüklü fotoğrafı alır, biraz üzerinde oynar, uyarlarız.

(Devam edecek…)