Birkaç yıllık gecikme ardından nihayet Suriye’ye girdik ve uluslar arası toplum hiç de ileri sürüldüğü gibi kıyameti falan kopartamadı. Aslında AK Parti hükümetleri en başından itibaren masanın üstünde sürekli bu seçeneği tutmakta ve her geçen gün şiddetini artıran katliamlara imza atan Esed rejimini etkisiz hale getirebilmek için başta ABD ve NATO üyesi ülkeler olmak üzere müttefiklerimizi ikna etmeye çalışmaktaydı.

Obama ve Batı dünyasının ikircikli ve samimiyetsiz politikalarının farkına varan Türkiye, bölgesel istikrarsızlıktan en çok etkilenen ülke sıfatıyla kendi göbek bağını kendisi kesmek kararlılık ve cesaretini sergilemeye başladığında ise, içerideki işbirlikçi hain yapılar bir anda harekete geçirilip, hükümet olmadık sorunlarla boğuşmak zorunda bırakıldı ki, bu aynı zaman da Suriye konusundaki stratejilerin bir süre daha hayatiyet bulamayacağı anlamına geliyordu.

Türkiye , Gezi-FETÖ ve PKK gibi sıkıntılara göğüs gerip, enerjisinin büyük bölümünü bu illetli yapılarla uğraşmakla harcamak durumundayken, Suriye-Irak coğrafyasında IŞİD adlı nefretsel bir oluşum süratle palazlandırıldı ve  güya bir reaksiyon olarak da PYD-YPG gibi ırkçı faşist terörist gruplar bizatihi ABD tarafından hemen sınırımızın öte yanında bizatihi temekkün edildi. Esed’in sınırsız katliamları ve insanlık dışı işkenceleri karşısında işi oluruna bırakıp kılını bile kıpırdatmayan Obama rejimi, her nedense Baas’ın  ruh eşi IŞİD’in cinayetlerini ve ilerleyişini durdurabilmek bahanesiyle PKK’nın ikizi PYD’yi güçlendirebilmek adına fiili olarak bölgeye asker indirmekten geri durmuyordu. Gören gözler için amaçları  oldukça açıktı;  dost ve müttefik ABD, İran, Esed ve Rusya Türkiye ile Arap dünyası arasında bu faşist terör örgütünü kullanarak bir hat oluşturup yüzlerce yıllık doğal komşuluğu ifsat etmek, daha da ötesinde Kuzey Irak petrollerini Türkiye’yi by-pass ederek pazarlamak…

Tüm bunlar yaşanırken FETÖ medyasının düşmanlık ve ihanette zirveyi zorlarcasına Türkiye’yi IŞİD’i destekleyen bir ülke olarak lanse etme kampanyasına girişmesi de yine hükümetin Suriye’ye ilişkin manevra alanını daraltan bir etkiye neden olmaktaydı.  Hükümet, sınırlarımızın hemen ötesinde semirtilen terör gruplarına karşı önlemler bahsinde askeri operasyonları  her gündeme getirişinde  bu kez genellikle kendi ordumuzun ileri sürdüğü mazeretlerle karşılaşmakta ve bir türlü gerekli adımları atamamaktaydı. Üstelik bölgede yaşamakta olan Suriye halkının ve Özgür Suriye çatısı altında savaşan yerel grupların bu yönde çok uzun zamandır ciddi talep ve ısrarları vardı.

En nihayetinde Suriye’ye girdik, hem de ordu içerisinde yuvalanmış ihanet odaklarının tüm azgınlıklarıyla bir darbe girişiminde bulunmalarının hemen ardında ve çoğu üst rütbeli bir çok hainin  derdest edilerek büyük bir temizliğe girişildiği bir dönemde ve millet dışında hiçbir otoriteden izin alma gereği duymaksızın ve kimin ne diyeceğini umursamaksızın.

15 Temmuz asla unutamayacağımız aşağılık ve kanlı bir kalkışma olarak hafızlarımızdaki tazeliğini korumaya devam ediyor ve hep edecek. Ancak gerçek anlamda özgür bir ülke ve milli bir devlet olmak yolunda aşılmış çok önemli bir eşik ve gerek Türkiye’nin gerekse tüm İslam aleminin geleceğini etkileyen hayati bir dönüm noktası olarak tarihteki yerini alacaktır… Bu açıdan her ne kadar Suriye’ye çok daha önceleri girmemiz gerektiğini savunuyorduysam da, içinde kirli duygular ve zehirli planlar  barındıran odakların bulunduğu bir orduyla Suriye’ye girmememiz çok da yerinde olmuş diyorum şimdi. Hafazanallah, bu asker kılığına girmiş hainler sırf AK Parti ve Erdoğan yıkılsın diye, düşmanla iş tutup kendi ülkelerine  sıkarlardı muhtemelen…

Selam ve duayla….