“Oh olsun!” dedim, duyunca. Canımıza, malımıza, namusumuza, itibarımıza, irademize kast eden FETÖ’nün, duvarlarında hâlâ meş’um beddua seslerinin yankılandığı bir okulu daha millete iade edilmişti. Adı 15 Temmuz! Fatsa 15 Temmuz İmam Hatip Ortaokulu levhasını gözlerimle de göreyim dedim. Fotoğrafını istedim.
İlçenin öbür ucunda, en az bu okul binası kadar değerli, yine milletten toplanan himmetle yapılmış öğrenci yurdu binası için aynı şey yapılamamıştı. El altından satılıp paraya dönüştürülerek Pensilvanya taraflarına “yürütülmüş”tü. Çünkü Fatsalı genç işadamı Abdulkadir Kibar bu öğrenci yurdu binasının ortaklarından değildi; FETÖ üyelerinin binayı satması için onun imzası gerekmiyordu. Ama yeni adıyla Fatsa 15 Temmuz İmam Hatip Ortaokulu’nun binasını Abdulkadir’i ikna etmeden paraya çeviremediler. Çok önceleri, kurucu olarak sahibi olduğu hissesini, son yıllardaki yoğun paralel baskılara rağmen, yüzsüz “bölge imam”larını her defasında işyerinden kova kova devretmeyi reddetti Abdulkadir. Yakın arkadaşlarının, ortaklarının, annesinin, eşinin uyarısına rağmen, “paralel sanılma” riskini göze aldı. “Bunlar bunu satıp parasını kaçıracaklar; bu okulu Fatsa için yaptık, Fatsa’da kalacak!” dedi. Hatta Abdulkadir, o sıralar, Ankara’da milletvekili olacaktı; ama o günlerde henüz deşifre olmamış, dönemin içişleri bakanı tarafından adaylığı engellenmişti. Sineye çekti. Olacaktı o kadar! 17-24 Aralık sonrası, ilçedeki paralel iş adamları derneğini kavga gürültüyle kapattırması, FETÖ hışmını üzerine çekmeye yetti de arttı bile.
15 Temmuz gecesi ve demokrasi nöbetlerinin yorgunluğunu üzerinden atmadan, fındık bahçelerinin başına geçti. Emniyetten arandığında, şaşırmadı. İşçilerine ifade verip geleceğini söyledi. Biliyordu ki, bir FETÖ okulunun ortağı gözükmek, şüpheli olmak için yeterliydi. Güle güle gitti ifade vermeye. Ama gözaltına alındı, hadi bu da olsundu. Vatan evladı tank alında ezilirken, bu ‘olağanüstü hâl’ ceremesi ödenmeliydi, şahsi ve ticarî itibarı yara alsa ne gamdı. Ordu Adliyesi nezaretindeki razı olunmuş ‘gözaltı’sı biter bitmez, 15 Temmuz İmam Hatip Ortaokulu’nun fotoğrafını çekip gönderecekti. Sessiz bir zaferi kutlayacaktık birlikte.
Gözaltı süresinin 13. günü, yani dün, serbest kalması için etkin pişmanlık yasasından faydalanmasını teklif ettiler. Ki bunu kabul edip serbest kalmak, FETÖ yanlısı olduğunu kabul etmekti. Ama kimseler bunu bilmeyecekti ki. Bu kadarcık tavizden ne çıkardı ki… Kabul etmedi Abdulkadir. Bunun üzerine tutuklu yargılanmak üzere adliyeye sevk edildi. Fotoğraf işi yattı.
Telaşla eşi Şule Hanımı aradım. Teselli etmekti niyetim. Ağlayan bir kadın sesi duymaya hazırlandım. Mahcup oldum, şaşırdım. Yeryüzünün bütün tanklarını ezecek bir cümle duydum Şule Hanımdan: “Aman, hocam, o yaftayı kabul etmesin de, 20 yıl içerde yatsın daha iyi, biz bekleriz!” Şule Hanımın bugünlerdeki en büyük meşguliyeti, evladının başına gelenler yüzünden siyasilere küsmüş annesini gönlünü almaya çalışmak, babalarına yapılan açık haksızlık yüzünden evladının utanmasına mani olmak…
Ben o zafer fotoğrafını Abdulkadir’den alacağıma sonuna kadar inanıyorum. Zaferimiz ikileşecek böylece. Bana sorarsanız, artık, Abdulkadir’in eseri sayılacak Fatsa 15 Temmuz İmam Hatip Ortaokulu’nda, Şule Hanımın bu sözü, bir Sokrat savunması olarak okutulmalı.
Unuttuğumuz bir gerçeği hatırlattı bize Şule Hanım. Nene Hatun, gencecik bir gelin olarak cepheye koşmadan önce, bebeğini derin uykusundan uyandırıp bolca emzirmişti. Cesaretini merhametiyle harmanlamıştı. Milleti adına çektiği acıyı kimselere göstermeden sessizce yüreğinde taşıyan bu “anne”ler 15 Temmuz’un tank ezen kahramanlarıyla aynı saftadır.
Şule onlardan sadece biri. Bugünlerde öyle çok Şule var ki… Ah!