28 Şubat’ta inancımıza, değerlerimize, başörtümüze, sakalımıza saldırdılar. Bazı cemaatler sağa sola savruldu, bir kısmı da yurtdışında aldı soluğu. Bazıları “Yeter ki bana dokunma, okullarım da sizin, yurtlarım da.” dedi. Kimisi de “Tüm medya organlarımla emrinizdeyim.” dedi. Kimisi sakalını kesti teslim oldu, başını açanlar da oldu bu arada az da olsa.

Ama toplumun önemli bir kesimi bu işten ciddi yara aldı. Özellikle başörtüsü nedeniyle işlerinden, okullarından hatta eşlerinden olanlar oldu. İslam’ın akıl, mantık dini olduğundan hareketle televizyon ve gazetelere çıkartılan din adamı görünümlü şarlatanlar üzerinden kendi istedikleri orta yolcu, itaatkâr din anlayışları pompalanmaya başlandı.

Neyse gün geçti, devran döndü. AK Parti iktidara geldi. 28 Şubat’ta sağa sola kaçanlar dönmeye başladı. Sessizliğe bürünenler de tekrar bir kıpırdanma yaşanmaya başlandı. Cemaatlere, kanaat önderlerine iade-i itibar yapıldı. İnanç hürriyetinde ciddi mesafeler alındı. Medya organlarına eklenen internetle de beraber inançlı kesimlerin sesi daha bir yükselmeye, egemen olmaya başladı.

Ne olduysa bundan sonra oldu. AK Parti ve Cumhurbaşkanımız, inanç hürriyetinin önündeki tüm engelleri kaldırmaya; hatta bunun da ötesinde bu alanlara sonsuz destek vermeye başladı. Ne yazık ki bundan en çok istifade eden FETÖ’cüler, milletin imanını soyup soğana çevirmekle kalmayıp insanları devletine, milletine, ülkesine de düşman ettiler. Devlet içinde devlet kurmaya çalıştılar. Mevcut devleti yıkmaya çalıştılar. Peki, bunu ne adına yaptılar? Din adına, İslam adına.

Peki, öteki cemaatler buna karşılık ne yaptı? “Senin cemaatin sana, benim cemaatim bana.” deyip kendi şeyhlerini evliya, diğerlerini şaklaban, soytarı ilan ettiler. Mustafa İslamoğlu denilen zat, kalktı İHL ve ilahiyat fakültelerine IŞİD’ci yetiştirme iftirasını attı. Her gün birkaç tane Mehdi farklı kanallarda boy gösteriyor. Bir başkası meal diyor, ötekisi “Peygambersiz Kur’an olur mu?” diyor. Ötekisi “Tarikatlar kapatılmalı.”, diğeri ise “Bizim şeyhe uymazsan cehennemliksin.” diyor. Bir diğeri “Ben peygamber vekiliyim.” diyor, ötekisi “Bizim kefen bezinden alırsan cennettesin.” diyor. Menkıbe anlatan, kıssalar anlatan mı ararsınız… “Abilerim, ablalarım bizim çörek otundan alırsanız…” diyen mi?..

Yahu kardeşim bu milletin dini İslam. Ortalama, namazında niyazında, orucunda, abdestinde. Zekâtını verir, imkânı olan da hacca gider. Yapmayanı da yapmamanın ezikliğini duyar. Neden bu kadar kafamızı karıştırıyorsunuz? Televizyonlarda birbirinize yaptığınız sataşmanın bizim kendi aramızda ya da kahvehanelerde yapılan sohbetten ne farkı var?

Tamam, Kur’an-ı Kerim’i bizden daha iyi biliyorsunuz, hadis, icma, kıyas, tefsir… Hepsi sizde var. Arapça ’ya da hâkimsiniz, icazetiniz de var; ama bırakın artık yakamızı!.. Bizi arkanızda sayarak kavga etmekten vazgeçiniz. Ancak birbirinizin anlayacağı sözleri, fetvaları bize anlatıp da başkalarına saldırmayınız. Kur’an-ı Kerim’de “Tüm Müslümanlar kardeştir.” deyip hep birlik, beraberlik, iman, İslam kardeşliğinden bahsediliyor; ama siz birbirinizi tekfir ediyorsunuz, birbirinizi karalıyorsunuz hem de okuduğunuz ve anladığınızı söylediğiniz aynı Kur’an-ı Kerim’den âyetler okuyarak.

Siz bize İslam’ı anlatın. Kur’an-ı Kerim’i anlatın. Peygamberimizi anlatın: İslam’ın kurallarını anlatın. Bu ülkenin en ücra köşesine kadar cami var, imam var, müezzin var, vaiz var, Kur’an kursu hocası var; ama aynı camiye giden insanlar birbirine selam vermiyor, bayramlaşmıyor. Bunu çözün.

Camilerimiz, sadece ibadet için kullanılıyor, namazını kılan çıkıp gidiyor. Camilerimiz ibadetin yanında muhabbetin, samimiyetin ve sevginin merkezleri de olabilseydi, her din görevlisi sadece namaz kıldıran, hutbe okuyan değil Müslümanlar arasındaki kardeşliği de perçinleyebilen gönül elçileri olabilselerdi bu milletin aklı da mantığı da doğru dinle dolar, televizyonlarda ego ve kibir yarıştıran ilim sahibi ama irfan sahibi olmaktan uzak insanların eline, diline kalmazdık…