Darbe kalkışmasının olduğu saatlerde Samsun’daydım. Pazar günü köşemizde yazacağımız yazının fikri dolaşıyordu kafamda. İzlediğimiz filmlerden örnekler vererek çocuklarımıza bu yaz döneminde aman özen gösterelim diye hazırlık yapıyordum. Ondan önceki hafta yine aynı konuya eğilmiştik. Muhammed Uyar sinemanın toplumlara yön verme ve kapitalist güçlerin Afrika üzerindeki yeni planlarını araştırıyordu. Ben de birkaç hafta çocuklarımıza özenle seçilmiş filmler üzerinde duracaktım. Sonra darbe kalkışması oldu. Millet de çocuklarımıza on yıllar boyunca anlatabileceğimiz bir direniş gösterdi. Bu cümlelerin arkasına inşallah daha olayı idrak edemeyecek kadar küçük çocuklarımız için de izletebileceğimiz filmler de çekeriz duasını ekliyorum. Her ne kadar sönük bir umut olsa da bir çaba olarak duamız bu köşede dursun.

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) yapılanmasının ayakları sadece emniyet, askeriye ya da kamu kurumları içerisinde değil, özellikle sanat camiasında da epey güçlüdür. Pek çok sanatçı geçtiğimiz yıllarda bu tabloyu görmüştür. Elbette sanata destek verir halde görünen böyle bir yapıyı sanatta kadrolaşma ya da tekelleşme olarak anlamak mümkün değil. Ama bugünkü hain kalkışmanın hiçbir ayağını eksik bırakmadan çalıştıkları muhakkak. Ben de 2011-2013 yılları arasında bu yapının pek çok yanıyla karşılaştım. Amerika’da düzenledikleri Los Angeles Türk Film Festivalinden (LATFF) Yedi Renk Sanat Vakfında yaptıkları etkinlik ve sohbetlere kadar pek çok şeye şahit oldum. Hatta bir toplantılarına sehven katıldım. Devletin kurumlarına haraç keser gibi meblağlar belirleyerek organize ettikleri festivallerden bahsediyorum. O dönem Türk Telekom durumlarının iyi olmadığı sebebiyle para vermeyeceğini söylediğinde “Kim oluyor onlar! Yaz onlara 600 bin” cevabını hiçbir zaman unutamam.

Daha pek çok örnek bu süreçte sanat ve sinema camiasının içerisinde vukuu buldu. Haftaya nasipse bir sürü başka örneği ve yaşadıklarımızı anlatmaya çalışacağım.

Fakat bu hafta değinmek istediğim başka bir mesele var.

Gezi olayları süresince Taksim Meydanı’nda sloganlar atan, ön safta kol kola yürüyüş düzenleyen sanatçıların hemen hiçbirinden ses gelmedi. Birkaç cılız bildiriyle birkaç gün sonra açıklamalar yapıldı. Darbe teşebbüsünün ilk gününde daha çok paylaştıkları ve dikkat çektikleri şey askerler linç edildi cümlesiydi. Elbette adalet mekanizmasını devlet işletecek ve hukuk üzerinden kararlar verilecektir ama Boğaziçi Köprüsü’nde onca şehit verdik. Zalimce ve adice halka saldıran teröristler için isteğimiz de idamdır. Bu kalleş vatan hainleri için hedef saptıran kampanyalar yürüten sözde sanatçıları da elbette unutmayacağız. Bu necip millet onların da hak ettiği değeri bulmalarını sağlayacaktır.

Açıkça darbeye karşı koyamayıp birkaç gün sonra açıklama yapan sanatçıların birçoğuna da mesafeliyim. Zira rüzgârın nerden estiğini kestirmeye çalışıp hareket ettiklerine adım kadar eminim.

Aynı gece Sinefesto ekibi olarak başka başka illerde olmamıza rağmen gece 12’yi geçerken sosyal medya aracılığıyla darbe karşıtlığımızı açıkça bildirdik. Zira bizim meselemiz duruma göre pozisyon değil duruşumuza göre hareket etmektir.

***

Ali Nuri Türkoğlu’nun uğradığı linç girişimi de bu süreçte akıllarda dursun. Bir yaralıyı hastaneye yetiştirmeye çalışan vicdan sahibi bir vatanperveri IŞİD yaftasıyla yaftaladılar. Sadece sakallı oldukları için başka birçok ismi de yaftaladılar. Bu kansızlığı yapan, yayan ve buna çanak tutan sanatçı müsveddesi postal yalakaları da elbette deşifre olacaktır.

Allah milletimize ve devletimize böyle kara günleri bir daha göstermesin. Toplumun lokomotifi sayılan sanatçılarımız da üzerlerindeki vazifenin büyüklüğünden haberdar olsunlar.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim.