İhtida yağmurlarının bereketle yağdığı, bidat çukurlarının hakikat cevherleriyle örtüldüğü bir Ramazan-ı Şerif geçirmemizi, en ulvi feyizlerden nasipdar olmamızı diliyorum.

Gelelim meselemize:

Malum, coğrafyamızda, özellikle namaz vakitlerinin hesaplanmasında yüzlerce yıldır ehl-i sünnet âlimlerinin birleştiği ilm-i mîkat usulleri kullanılıyordu. Fakat namaz ve imsak vakitleri, 1 Ocak 1983 itibariyle DİB takvimlerinde oynamalar yapılarak neşredilmeye başlandı. Yerküre hareketlerinde, astrolojik kanunlarda hiçbir değişiklik olmamasına rağmen böyle bir değişime gidildi. Misâl, imsak vakti 20 dakika ileriye atılırken yatsı namazı vakti 9 dakika geri çekildi…

İslâm uleması; muvakkitler ve astronomi mütehassısları, namaz ve imsak vakitlerini belirlerken güneşin ufuk altı yükseklik açısını (-19°) olarak ele alıyordu. Fakat 1983’ten sonra bu husus (-18) derece kabul edildi. Temkin müddeti kaldırıldı.

İlmî teferruatagirmeden şöyle özetleyelim:

Temkin müddeti, dört temel unsurdan müteşekkildir: Güneşin görünen yarıçapı, ışığın kırılması, ufkun alçalması, güneşin paralaksı… Her bir unsurun hesabı için ayrı yöntem ve formül söz konusudur. Ayrıca temkin müddetinin bulunması için bu dört unsurun birbiri arasında yapılacak hesaplamalar vardır. Neticede, bulunan temkin müddeti, astronomik hesaplamalarla ortaya çıkarılan vakitleri, nass’a dayalı namaz vakitlerine; şer’î vakte uyduran, tespit edilmesi zaruri bir parametredir. Hakikî ufuk ve astronomi formülleri baz alınarak yapılan hesapların, şer’î vakit alametlerine uygun düşmesi için muhakkak temkin müddetinin devreye girmesi lazımdır. Zira vakti belli olan her amelin vaktinde yapılması şarttır.

Ne ilginçtir ki, 1983’ten beri Türkiye’de Müslümanların ibadet vakitleri, asırlardır İslâm âlimlerince ittifak olunan ilmî kaidelere göre değil; gayrimüslim/mezhepsiz bilimcilerinyorumları esas alınarak tayin ediliyor…

Nitekim İslâm astronomu, son Osmanlı muvakkitlerinden Ahmed Ziya Beyde; Rub’-ı dâire kitabında aşağı yukarı şöyle söylüyor:

Gayrimüslim Avrupalı,(fecr-i sadık)ınbaşlangıcına dair, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesap ediyor. Bunun için, fecr hesaplarında, Güneş’in irtifaını(-18°) alıyorlar. Bizde ise asırlardır ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakit hesaplanıyor. Dolayısıyla Güneş’in irtifaının (-19°) olduğu vakit dikkate alınıyor. Çünkü İslâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zahirî üzerinde yayıldığı zaman değil, beyazlığın ufuk üzerinde ilk görüldüğü zaman olduğunu bildiriyorlar…

Vaziyet bu.

Maalesef, 1983’ten beri Diyanet’i yöneten birimler de bu abesliğe son vermiyor. Sâbık DİB başkanı Görmez’in deyimiyle, İslam’ın kolaylaştırma ilkesi doğrultusunda(!), “bilimsel’’ bir kriter olan (-18°) benimsenmiş durumda.

Yani bu anlayışa göre asırlardır bütün müctehidlerin, zahirî ve batınî ilimlerde kemâle ermiş nice ulemanın; İslâm usul ve kaidelerince yaptıkları, nass’la ayrışmayan hesaplamalar ilmî değil… Fakat pozitivist bilim anlayışının kendince ortaya çıkardığı çözümlemeler ilmî ve muteber… Ve o çözümlemelerin damdan düşer gibi başımıza kondurulması, diğer İslâm coğrafyalarıyla olan ortaklığımızın kesilip atılması da son derece makul…

Dinde kolaylaştırma; böyle mesnetsiz ve art niyetli hareketlerden, dolaylı açıdan nass’ı tahrip etmeye yeltenen hamlelerden oluşamaz. “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” izzetli kelâmı böyle bir vebale sığınak addedilemez.

Ayrıca Görmez, 2013’te bu “bilimsel kriterin’’ toplumun birliğini sağlamak adına benimsendiğini ifade etmişti. Ne yani? Müslüman toplumlar, ilmî çapta İslâmî usul ve kaideleri haiz olmayan gayrimüslim bilim adamlarının görüşlerine göre mi birlik olup, ibadet vakitlerini tayin etmek zorunda?

Takvim konusuyla ilgili enteresan bir nokta daha var. 1983’ten önceki imsak vakitlerinde bir yanlışlık olmadığını, DİB de çeşitli yıllardaki muhtelif yayınlarında ve basın demeçlerinde bildirmiş durumda. O halde, 1983 öncesi takvimlerde bir yanlışlık yoksa, ki olmadığı ortada, temkin müddeti kaldırılarak neden Müslümanların orucu tehlikeye sokuluyor? Oruçlarımızı, dinî ciddiyetimizi neden yiyorlar?

Bu bağlamda başka sualler de sorulabilir:

Yine o dönemlerde ülkemizde filizlenmeye başlayan FETÖ’nün, daha geniş manada FETÖ zihniyetinin bu ve benzeri ifsad hareketlerinde payı neydi? Üstelik, herhangi bir diyanet işleri reisinin,bu bozguncu mantaliteyi hiç olmazsa itikad bakımından tanıyamaması nasıl yorumlanmalı?Yahut mesela, büyük bir FETÖ tuzağı olan “dinler arası diyalog ve reform” safsatasına ve “Kutlu Doğum Haftası’’ felaketine DİB birimlerinin ekserisi neden hala büyük destek veriyor?

Konuşulacakne çok mevzuvar…