“Arap Baharı”nın ardı “Kürt Baharı”ydı. Aslında “Arap Baharı”, “Kürt Baharı”nı gerçekleştirmek, şartların olgunlaşmasını sağlamak için bir ön hazırlıktı. Zira Siyonist network, Küresel terör çetesi, Kürtler üzerinden “Arz-ı Mevud”un üst (kuzey) sınırını çizmek istiyordu. Kürtler üzerinden Türkiye’ye direkt operasyon çekebilmeleri mümkün görünmediğinden, Sykes-Picot ile Kürtleri dört parçaya ayırdıkları yerlerden biri olan Suriye’yi evvela halletmeleri gerekiyordu. Bu noktada Erbakan Hocamızın (rahmetle anıyorum) “Bir gün mesele Suriye olursa, bilin ki hedef Türkiye’dir” sözü de resmi en geniş anlamda görmek için bize ışık tutuyor. Tunus’la başlayan operasyon, halka halka yaydırılıp Suriye’ye, dibimize kadar getirildi.
Erdoğan olan biteni görüyor, tehlikeyi hissediyordu. Ya hamle yapıp bu saldırıları berhava edecekti ya da eski devlet anlayışı ile hareket edip despot muamelelere devam ederek Türkiye’ye müdahale etmeleri için işlerini kolaylaştıracaktı. (Erdoğan’ın daha önceden yapmak istediği barışçıl yolla sorunların çözümü için bir fırsat doğmuştu, vesile olmuştu.) Erdoğan vakti geldiğinde hamlesini yaptı. Bu hamle barış süreciydi. Barış sürecini başlatarak, Küresel terör baronlarının ve yerel temsilcilerinden gelecek olan “Neden siyaset ve diyalogla sorunu çözmüyorsunuz” ithamlarını boşa çıkardı.
Erdoğan’ın, yüzyılı aşkın süredir Kürtleri kobay olarak kullanan küresel terör baronlarının, yerli temsilcilerinin despotik ideolojisini elinin tersiyle itip Kürtlere insani bir yaklaşımda bulunması, (Kimse “Ama Silopi, Cizre, Sur,…” tantanası yapmasın. Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın o hâle gelmesi, HDPKK’nın eylem ve politikalarının eseridir.) akıllarını oynatıyordu. Süreç ile birlikte Kürtlere yönelik bütün asimilasyon ve inkâr politikalarına son veriliyordu. Kürtlere, (ki bunlar lütuf değil, eski despot zihniyetin gasp ettiği haklar iade ediliyordu) resmi devlet kanalında yirmi dört saat Kürtçe televizyon (TRT KURDÎ) hakkı tanınıyordu. Üniversitelerde Kürtçe bölümler açtırılıyor, Kürtçe seçmeli dil yapılıyor, hasıl-ı kelam Kürtlerin ve Kürtçenin üzerindeki bütün baskı ve zorbalıkları bir bir çöpe atılıyordu. Bütün bunlar yapılırken, HDPKK çizgisi, Küresel terör konsorsiyumun kendilerine verdiği görev gereği her platformda Erdoğan’ı “Kürtlerin düşmanı” olarak topluma empoze etmeye çalışıyordu. Erdoğan, devrimsel nitelikte adımlar attıkça, barış sürecinin, kendi planları açısından HAYIR’lı! bir sonuca doğru gitmediğini gören Siyonist network, Küresel terör çetesi ve yerel temsilcileri, sürecin bozulması ve masanın dağılması için ellerinden geleni yapıyordu.
Ve en nihayetinde HDPKK, Küresel terör konsorsiyumunun koordinatörlüğünde, Türk solunun fantastik rüyalarının güzergâhını kullanıp “devrimci halk savaşı”, “öz yönetim”, hendekistan terör eylemleri başlatıyor, Kürtleri canından bezdiriyordu.
Onca iblisliğe rağmen planları akamete uğradı, Anadolu ruhu galip geldi.
Coğrafyamızı kemiren urdan kurtulmak için şimdi bir revizyon şansı (revizyon diyorum, zira “yetmez ama evet” ölçeğinde olduğu için) geliyor önümüze. Yüz yıldır Kürtleri ve bütün mazlum unsurları ezen bu despot zihniyetin oluşturduğu sistem gidecek, yerine Anadolu motiflerini, kodlarını taşıyan bir sistem tesis edilecek inşallah. Bu tesis edilecek sistemin en çok da biz Kürtlerin faydasına olacağına ve bir “Anadolu Cemre”sine vesile olacağına inanıyorum.
Not 1: Çevremden edindiğim izlenimlere göre at izi hâlâ it izinden ayrılmış değil. KHK’lar ile mağduriyetler yaşanıyor ve birçok insanın canı yanıyor. Hukuki süreç olabildiğince hızlandırılmalı ve yaşanan mağduriyetler giderilmeli. Unutulmasın ki en iyi adalet, hızlı tecelli edenidir. Ayrıca darbenin ana aklı olan ”tavanı ihanet”, “ortası ticaret”in ıskalanıp, göz ardı edilip “tabanı ibadet”le oyalanıldığı endişe ve eleştirisi var, dikkate alınmalıdır.
Not 2: 28 Şubat mağduru kardeşlerimiz haksız yere hâlâ içeride yatıyor. Yeniden yargılama veya farklı bir yöntemle bu kardeşlerimizin nahak yerde yaşadıkları bu zulme son verilmeli.