Halkının ekseriyetinin etnik kökeni itibariyle, kürd etnisitesinden olması hasebiyle Anadolu Kürdistanı denilebilecek bölgede yaşananlar, hepimizin yüreği üzerine bir kurşun ağırlığıyla çöküyor.
Önce, hemen hatırlamalıyız ki, Kürdistan coğrafyası 100 yıl öncesine kadar iki parçalıydı.. Bir tarafı İran’ın batısında yer alan İran Kürdistanı, diğer parçası da, Osmanlı
Kürdistanı..
Bu gün ise, o iki parçalılık hali, dört-beş parçaya bölünmüştür ve hattâ daha fazlasına..
Çünkü, kürd etnisitesinden milyonlarca insan, bugün o coğrafyanın dışında, İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da, Ankara’da, Mersin, Konya, ve Adana civarında ve ülkenin da başka yörelerinde yaşamaktadır. Sadece İstanbul’da kürd etnisitesine mensub en azından 3-4 milyon insanın yaşadığı belirtilmektedir ki, bu rakam bütün Marmara bölgesi açısından ele alınırsa, Anadolu Kürdistanı denilebilecek olan bölgenin nüfusundan daha fazla bir nüfusun buralarda yaşadığı görülecektir.
Aynı şekilde Irak, Suriye, Kafkaslar gibi coğrafyalara dağılmış kürd halkları da vardır. Ayrıca, Anadolu’nun diğer halkları gibi, kürd unsurlar da, Avrupa ülkelerinde ve hattâ Avustralya’da bile çok büyük kitleler halinde bulunduklarına göre..
Ama, İran, Irak ve Suriye’de kürd etnisitesine bağlı kitleler o ülkelerin diğer kesimlerine Anadolu’da olduğu gibi dağılmamışlardı..
Ortadoğu’nun en kadîm halklarından birisi oluşturan kürd halklarının bugünkü nüfusu, en azından 30-35 milyonu aşmaktadır. Ve bu rakamın yarısından fazlası da sadece Anadolu coğrafyası üzerinde yaşamaktadır.
*
Ancaak, bu parça-bölüklük, sadece sadece kürd halkları için sözkonusu imiş gibi, tek taraflı ve duygusal olarak kullanılmaktadır. Halbuki, bölgenin bütün etnik unsurları da, arablar da, türkler de, farslar da parça-parça olmuşlardır; hele de, I. Dünya Savaşı’ndan, yani 100 yıl öncelerden beri.. Nitekim, bugün arablar adına yığınla devlet, türk etnisitesine mensub olanlar adına 7-8 devlet; fars etnisitesine olmasa bile, fars dilinin egemenliğine göre, (İran, Afganistan ve Tacikistan gibi) üç ayrı devletin var olduğu gerçeği ortada.. Ama, kürd etnisitesi adına bir devlet yok.. Bu da, kürdçü duyguları, daha bir tahrik etmekte..
Emperyalist-şeytanî güçlerin entrikaları da işte böyle çalışıyor.
Bir yerde, bir etnik unsurun hâkimiyeti, üstünlüğü adına bir devlet kurdunuz mu, o, kendilerini dışlanmış veya aşağılanmış hisseden başka etnik unsurları da aynı konuma gelmek yolunda hırslandıracak, tahrik edecektir.
*
HDP eşbaşkanlarından Demirtaş, geçenlerde, ‘Bu vatan hepimizin…’ diye bir doğru cümle kurduktan sonra, o doğruyu, devamında söylediği bir yanlış cümlesiyle ibtal ediyor ve ‘Türklere kendi vatanlarını verdiklerini’ söylüyordu. Halbuki, Selçuklu Sultanı Alpaslan 950 sene öncelerde, Bizans üzerine doğru, Malazgirt’e gelirken, kendisi türk kavminden olsa bile, sadece türkler olarak değil, çeşitli etnik unsurlardan oluşan bir ‘müslüman ordusu’ olarak geliyordu ve müslüman kürd halkının da, hür bir vatanları yoktu, asırlarca yaşamakta oldukları o coğrafyalarda Doğu Roma / Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde bulunuyorlardı. Kürd halkı, gelen orduların müslümanlar olduğunu görünce, onlara iltihak ediyor, katılıyorlardı.
Yani, kendi vatanlarını Alpaslan’a sunmak gibi bir durumları yoktu, çünkü bağımsız değlidiler. Alpaslan’ın müslüman ordusu, Malazgirt’te Bizans’ı yenmiş, müslüman kürd halkı da asırlarca yaşadıkları coğrafyalarının da tekrar bir müslüman vatanı olması merhalesini yaşamışlardı..
Mes’ele böyle iken, şimdi..
Yükselen kavmiyetçilik- ırkçılık ateşinin hecmeleriyle, büyük müslüman kitlelerle pek de ilgisi olmayan bir takım küçük ve etkili odaklar türkçü tehdid ve yanlışlarla fitne ateşine benzin dökerken, aynı şekilde, kürdçü olanlar da mukabil tehdid ve yanlışlardan çözüm yolu devşirebileceklerini sanıyorlar..
Temel yanlışlık burada..
*
Gerçek şudur ki, müslüman halklar, hangi ırk veya etnisite ya da dil grubuna mensub olurlarsa olsunlar, kendi aralarında, ‘Lailaheillallah, Muhahmed’un Resulullah’ bayrağı altında toplananlar arasında bir ayırıma gitmeyi inançlarının temel bir ölçüsü halinde haram biliyorlardı, bu, bugün de haramdır ve taa sonsuza kadar da..
*
Osmanlı yönetiminin belki de en güçlü tarafı ve asırlarca hükümfermâ olmasının sırrı da, bu konudaki, bütün ırklara, etnik unsurlara eşit davranmak gibi insanî, âdil yaklaşımından besleniyordu.
Kezâ, İran ki, kürdlerin büyük ekseriyetinin mensubu olduğu mezhebî anlayışdan farklı bir İslamî yoruma bağlı olduğu halde, orada da insanların sırf etnik farklılıklarından dolayı ayrımcı bir siyasete tâbi tutulmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dahası, İran’da bir eyaletin adı, doğrudan doğruya Kürdistan adını taşır.
Yani, bu isimden bir korku, bir rahatsızlık duyulması sözkonusu değildir.
Bu vesileyle, bir ek bilgiyi de zikredelim..
İran’da yolcu uçaklarına, eyalet isimleri de veriliyordu. Bunlardan birisi de Kürdistan idi. Ve bu isimdeki bir uçak da, İstanbul- Tahran hattına konulmuştu.
Amma.. Türkiye’de Ağustos-1984 ortasında PKK, Eruh Baskını ile, ilk kez silahlı bir mücadeleyi direkt olarak resmen başlattıktan sonra, Türkiye makamları, İran’ın Kürdistan isimli bu uçağının Türkiye’ye gönderilmesinin hoş karşılanmadığını bildirdi ve bu uçağın bu hattan kaldırılmasını istedi.
Bu istek ısrarla tekrarlanınca..
Durum, o zamanlar İran’ın güçlü ismi ve pragmatist çareler üretmekteki mahareti ile meşhur Hâşimî Refsencanî’ye iletildi. O da, ‘N’apalım yani.. Bundan dolayı Türkiye ile irtibatımız mı kesilsin.. Oraya Azerbaycan isimli uçağı gönderin de, birilerinin gönlü ışısın..’ dedi. Ve öyle de oldu.. Ve mes’ele atlatıldı..
*
İran’da Şah döneminden beri, silahlı ve silahsız mücadele grupları halinde, yığınla komünist-kürdçü hareketler vardı. Bu hareketler, Şah’ın devrilmesinden sonra ortaya çıkan otorite boşluğundan faydalanmak ümidiyle daha bir iştahla ve yeni bir heyecanla yola çıkmışlardı, ama, çok etkili olamadılar, bir hayli başağırısına yol açtılarsa da sonunda safdışı edildiler. Bugün ise, PKK’nın İran’daki uzantısı PEJAK, büyük çapta etkisiz hale getirildi ve dahası, İran, kendi içindeki bu ateşi söndürdükten sonra, diğer coğrafyalardaki kürdçü teşkilatlarla dostane ilişkiler kurmak peşinde epeyce mesafe almışa benziyor.
*
Yalnız bu arada konunun uluslararası ve ideolojik boyutlarının anlaşılması açısından bir noktaya da değinmek gerekiyor.
Mes’ud Barzanî’nin bir kardeşi vardı.. İdris Barzanî.. Mütedeyyin birisi idi.
25 yıl kadar öncelerde İran’ın Urûmiye şehrinde bir kalb krizi sonunda dünyadan ayrıldı.
Bu satırların sahibi ona bir gün, ‘Partinizin, Kürdistan Demokrat Partisi nizamnâmesindeki o sosyalizm vurgusu niye? Kürdistan’ın ve kürd halkının sosyolojik bünyesi ve şartları sosyalizm – komünizm için müsaid mi ki?’ diye sormuştu. O da, -özetle- ‘Biz de biliyoruz, ama, n’apalım ki, mücadelemizi sürdürebilmemiz için dış desteklere ihtiyacımız var ve dış destek verebilecek odaklar da kendi beklentilerini ortaya koyuyorlar.. Sovyet Rusya bize her türlü desteği vermek izin, nizamnamemizde sosyalizm ideolojisine bağlılık vurgusunu dayatmış ve biz de kabul etmek zorunda kalmıştık.’ demişti.
*
Aslında, bu sözler sadece Barzanî için değil, bölgemizdeki bütün hareketler için de geçerli..
‘Kedi, hiç bir zaman, insanların rızası için fare tutmaz..’, yaptıkları, fıtratinin gereğidir. Ülkeler de, yakın veya uzak vâdeli beklentileri ve planları gereğince..
Her hareketin arkasında, onlarla ilgilenen birçok uluslararası güç odaklarının ve devletlerin olduğunun görülmesi gerekir. Hattâ, aynı güç odakları veya devletler, bir değil, bir çok örgütlerle, çok yönlü irtibatlar içine de girmektedirler. Bu bakımdan, bu gibi yapılanmaları nitelerken, bazılarının suçlamalarının birbirinden farklı ve zıd imiş gibi gözükmesi yanıltmamalıdır. O gibi iddialarının herbirisinin de doğru olması ihtimali vardır.
Çünkü, meselâ, ‘filan ülke, filan örgütle irtibat içinde..’ denilince, bu yanlış olmayabilir. Ama, sadece o örgütle de sınırlı değildir, bu ilişki.. Ülkeler güçlerine göre, birbirinden farklı bir çok örgütlerin herbirisiyle irtibat kurarlar ve o örgütler ise, sadece kendilerine destek verildiğini sanırlar.
*
Anadolu Kürdistanı’nda verilmekte olan mücadelenin şekli, mahiyeti son zamanlarda daha bir değişti.. Geçmişte, dağlarda olan silahlı unsurlar, son zamanlarda, PKK’nın yeni savaş stratejisi ve belki de, özellikle Irak ve Suriye’deki iç-savaşın etkisiyle şehirlere de yayılma eğilimine girmiş bulunuyor.
Ama, onlara karşı verilen mücadelenin de şekil değiştirdiği görülüyor. Eskisi gibi, bütün herkesi düşman sayarcasına, bütün halkı rahatsız eden uygulamalar yerine, büyük ilçelerin bir kaç mahallesinde ya da küçük ilçelerde bütünüyle, ilan edilen ve bazan günlerce süren sokağa çıkma yasaklarıyla, sivil halk korunuyor ve sadece silahlı unsurların bertaraf edilmesi hedefleniyor. Ve amma, bu silahlı unsurların, giderek, halk arasındaki genç nesillerden azımsanmıyacak bir destek bulduğu da görülüyor.
Esasen, halkın da, büyük çapta hangi etkenle olursa olsun, HDPKK’dan uzak durmadığı-duramadığı, son seçimlerle de bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor. Yoksa, halktan açık veya zımnî bir destek bulmasaydı, bu silahlı eylemlerin bu kadar yaygın ve etkin şekilde sürmesi neredeyse imkansız olurdu..
Bu durum, elbette sıkıntı verici.. Ama, sivil kitlelerin korunarak, ihtiyaçları devlet tarafından karşılanarak, bazan 8-10 günü bile bulan bu sokağa çıkma yasaklarının uzun soluklu ve sabırlı ve dikkatli bir mücadeleyi istediği açık..
Çare: Bölgedeki bütün rejimlerin ya hiç birisi, hiç bir kavmî isim taşımayacak, coğrafi isimlerle anılacak; ya da, kürd halkı adına bir devletin ortaya çıkarılması idealini sözkonusu edenlerin sözleri, daima, bunu kabullenecek muhatab kitleleri ve mücadelecilerini bulacaktır.
Biz ise, kürd halkının da, bölgedeki diğer bütün halkların da asıl birleştirici harcının İslam ve bu inancın âdilâne birleştiriciliği dışında, birleştirici olduğu ileri sürülen diğer her türlü ideoloji veya söylemlerin çıkmaz sokak olduğunu ve bu çıkmaz sokakta dolaşanların, İslam Milleti’nin / ümmetinin tamamına büyük acılar yaşatacağını ve içinde, müslüman coğrafyalarının tahribine müncer olacak gelişmeleri bir büyük potansiyel tehlike olarak barındırdığını tekrarlıyoruz.