Milli sanat diye bir kavram olabilir mi? Ya da ben böyle birkavramı ortaya attığımda aklınıza ne geliyor? Kimler geliyor? Şüphesiz ki burada “milli” kavramının kapsadığı değerlere bağlı, bunları önceleyen, yücelten en azından ürettiği eserlerin sınırlarını bu değerlerin belirlediği bir sanatsal yapı aklımıza geliyor.Beslenme kaynağını ise binlerce yıllık bir tarihsel süreçle oluşan bir millete kimlik kazandıran,o millete ait maddî ve manevî değerlerin oluşturduğu “milli kültür” olarak gösterebiliriz.
Bu, kaynağını evrensel kültür diye tanımlayan, aslında sadece Batı kültürünü evrensel sanankesimin karşıçıkacağı bir yaklaşımdır. Çünkü bu kesimsanatı sonsuz özgürlükolarak tanımlamakta, adeta değer yıkmayı marifet sanmaktadır. Bunu söylerken orada oluşmuş birikimi yok saymaktan ya da onlar olmasın demekten ısrarla imtina ederim. Tam tersine, orada da mutlaka incelenmesi gereken, büyükdeğişimlere neden olan ciddi bir külliyat vardır.
Ben burada o kesimi eleştirmekten çok bir özeleştiriye gitmek için bu girizgahı yapıyorum. Son zamanlarda sık sık gündeme gelen “kültürel iktidar” kavramının tam da buradan biraz didiklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Dünya genelinde baktığımızdasanayi devriminden sonrayeni bir sosyal yapı oluşmuştur. Sayısal anlamdaçoğunluğu işçiler yani emekçiler oluşturuyordu. Bu çoğunluğuntaleplerini dillendirmesi nedeniyle alıcısıçok olduğundan “sol”üretimbu iktidarı ele geçirmişti diyebiliriz. Yeni dünyanınyeni kavramlarını tepe tepe kullandılar. Ayrıca“özgürlük” adını verdikleri torbayabaşta cinsellik olmak üzere, insan nefsine hoş gelen her şeyi doldurdular. Bu iktidarın bir süre sonra şımarıklığına düştüler. Kendisi dışındaki her şeyi aşağılamaya, yaftalamaya başladılar. Tek doğru onlar gibi düşünmekti. Bu rehavet onların sonu oldu.
İnsanı sadece üretici ve tüketici olarak tanımlayan yeni dünya düzeninin sahiplerininsolun ürettiği bütünkültürel varlığın satılabilecek bir şey olduğunu anlamalarıçok sürmedi. Sahibi oldukları medya ve bütün iletişim araçlarını kullanarak artık popüler sanatı onlar belirlemeye başladılar. Trajikomik bir şekilde kendilerine muhalefet eden, küfreden ürünleri satıp para kazanmaya başladılar. Aynı zamanda yeryüzünün en büyük propaganda aracı olan sanatıyönlendirme, istedikleri gibi konuşturma hakkını elde ettiler. Bugün bizleri bile zaman zaman şaşırtan egemenler ya da sömürücülerin sözcüsü, hatta provokatörü olan yayın organlarında çıkan propagandalar ile sol söylemin aynı olmasının arkasında yatan neden budur.
Onun içindir ki Gezi olaylarında bütün popüler sanat yüzlerinigördük. Onları popüler eden şey ise bu sektörün asıl sahiplerinin elinde bulundurduğu kaynaklardı. Sonuçta Gezi Platformunun talebi olarak ilk üç maddenin havaalanı yapılmasın, köprü yapılmasın, barajlar yapılmasın olması bize garip gelmedi. Çünkü Brezilya’danbir kredi kartının ödediği binlerce hamburgerin hesabını sorgulayamayacak kadar kendilerini var edenlere minnet borçları vardı.
Burada “sol” yanında “sağ” kavramınıçok kullanmadım ama ben “sağ” denilen şeyinde milli olduğu kanısında değilim. Sonuçda o da Batı’dan devşirilmiş bir kavramdır. Sanırım milli kavramınıyerli tanımlarla açıklayabiliriz.
Bu açıklamalardan sonra kendimize dönelim. Şu an sosyal ve siyasal acıdan analiz ettiğimizdebüyük çoğunluğun milli ve yerli değerler ile kendini tanımladığını görürüz. Ciddi bir mücadele sonucundason 15 yıldır da siyasal iktidarı elinde bulunduruyor. Peki“kültürel iktidar” için aynışeyi söyleyebilir miyiz? Tekrar ediyorum, materyalist düzlemde kendini oluşturan ve geliştiren kesimi suçlayarak sık sık aydın ihanetinden bahsederekbu sorunun altından kalkamayız.
Bizim “milli sanat” altında konuşacak bir sinemamız var mı? Bunun altyapısını oluşturacak insan kaynağımız var mı? Kaybettikleri Vietnam’ı 300 kez kahramanlık filmi olarak çeken Amerika eleştirisini bir kenara bırakarak, 15 Temmuz’u insanlığa anlatacak bir filmi Spielberg kalitesinde çekebilecek bir projeyi gerçekleştirebilir miyiz?
Bugün bize yakın ciddi bir medyamız var. En azından bu konudaki mutlak iktidar sahibi olan medyayıçok sesli hale getirebildik. Peki yerli hareketi destekleyen bu araçları kültürel iktidar anlamında ne kadar kullanıyoruz. Ne üretiyorlar. Sanatın ve kültürün yeri bu medyada ne kadar? Dahası, kendini milli olarak tanımlayan kitleler bu davaya ne kadar sahip çıkıyorlar?
En basit haliyle söyleyeyim. Hani eskiden mektup yazarkenbu satırlarıma son verirken diye bir bölüm olurdu ya; kültürel iktidarı elde edemezseniz ekonomik yada bilimsel gelişmenin, siyasal gücün oturacağı bir temel olamaz. Bu seferberliğe başlamanın zamanı geldi geçiyor. Adını duymadığımız yüzlerce insanı bu toplum duymalı; sahip çıkmalı. Bir tarafta bu coğrafyada 2 asırlık derinliği olan bir kültürel altyapıya karşın, binlerce yıllık medeniyetinmümbit kaynaklarından beslenen varlığın yüzündeki tozlar temizlenmelidir.Bu niyetle yapılan işlerin yeni çocuklarımıza nasıl aktarılacağı düşünülmelidir.
“Milli sanat”tartışması içindetiyatro, sinema, resim, edebiyat, müzik nerede duruyor? Unutmayın, sanat aynı zamanda eğitimin önemli bir aracıdır. Bununla ilgili insan kaynağını yetiştirecek önlemler alındı mı? Milli sanatçılarımız gerçekten destekleniyor mu? Kendini milli ve yerli olarak tanımlayan kitle kendi sanatçılarına sahip çıkıyor mu? Ben kendini kimse tanımadan mezar taşlarında isimleri kalanları tanıyorum.