AK Parti iç bürokrasisinde çığlaşan kibir atakları gündeme düşer düşmez hemen alevleniyoruz. Günlerce “olmaz öyle şey’’ diye bağırıp çağırıyoruz modern iletişim platformlarında. Amirlere saygıyı, çakar lambaları, kırmızı ışıkta durursa Türkiye’yi kurtaramayacak olan milletvekillerini filan ne güzel dert ediniyoruz. Yazarlarımız, entelektüellerimiz hemen “bakın ben de eleştiriyorum’’ moduna giriyor haklı olarak. Ne yasa ne genelge ne yönetmelik tanıyorlar. Doğruyu söylemeden yapamayan, büyük, dava insanlarına dönüşüveriyorlar…
Fakat sosyal politika ibresi hassas mevzulara geldi mi, pek çok kişiden ses alamıyoruz. Hakikat için iktidar politikasının aleyhinde konumlanabilecek şahsiyetli duruşlar göremiyoruz.
Kültür ve kadın politikaları örneğin…
İstanbul Sözleşmesi, PKK tabanlı feminist sivil toplum örgütleri, Birleşmiş -Hristiyan/Siyonist- Milletler’in ideal Türk kadını imajı, Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi’ne dair kapsamlı projeler, çocuklarımızın yetiştirilme tarzındaki oligarşik sermaye manipülasyonu, Türkiye’deki eşcinsel hareketlerine destek olan uluslararası vakıflar, global endüstri kodamanlarının yararına toplumsallaşmış kadın profili; ve tüm bu sarmalda kendine enteresan bir yer edinmiş KADEM…
Yeni dokunulmazlar bunlar.
Bu meselelerde Ak Parti siyasetine getirilen en ufak eleştiriler bile; “Erdoğan’ı hedef tahtasına oturtmak’’, “kadın düşmanlığı’’ veya “FETÖ ofisi gibi çalışmak’’ kadrajına sığdırılıyor. Zamanında Fethullah Gülen’in eteklerini “hocaefendi’’ deyu öpen Babıali figürleri, şimdi çıkarına dokunan kim varsa üstüne “FETÖ’cü’’ kaşesi basıyor utanmadan. Bırakın 15 Temmuz’u, 17-25 Aralık sürecinden önce dahi Gülen’in dindeki iğfal hamlelerini görüp uyarılarda bulunanlar; bugün vatan hainliğiyle suçlanıyor.
Kendi adıma konuşayım. Resmi ideoloji kültlerini devirmeye yeltenen fikirlerim bile, kültür ve kadın politikalarına yönelik görüşlerim kadar darbe yemedi mesela. Galiba siyasal mekanizmanın daha güçlü putları var artık: Toplumsal Cinsiyet, KADEM, LGBT hakları…
Reis-i Cumhur, ‘’İstanbul Sözleşmesi nass değildir, eleştirilebilir.’’ demişti. Biz bunu kültür ve kadın politikaları olarak genişletelim. Ve KADEM’in yeni sosyal düzendeki tesir gücünü vurgulamaktan da çekinmeyelim.
Ama maalesef, mevcut tartışma zemini, yıkıcı kültür taarruzlarına karşı koyacak samimi atılımları sindiriyor.
Çünkü klasik bir strateji güdüyor kanaat önderlerimiz:
‘’Ben de eleştiriyorum ama…’’ diye mevzuya girip emniyet kemerini takıyorlar önce. Sonra binlerce lira/dolar kazandıkları fikir köşelerinde; küresel sermayenin ekonomi politik kaygılarına göre biçimlenen bir hayat organizasyonunu, ahlak yapısını, kadın tipini savunuyorlar.
Kimisi istemeden yapıyor bunu, savunmadığını zannediyor. Kimisi de doğrudan göz yumuyor.
Neticede kadınıyla erkeğiyle ”İslamcı” ceketi kuşanıp, sureta trollükten iğrenen tavırlarla dalkavukluğa soyunuyorlar. Sosyo-kültürel kolonyalizmin modern sosyolojik silahlarını görmezden gelmeyi akıllık addedip, insanları delirmekle, komplo teorileri üretmekle suçluyorlar.
Bu büyük zihin (mobbing)ini aşamıyoruz.
Neyse, biz onları anlayamayız. Fildişi kulelerine uzanmaya gücümüz yetmez. İşimize bakalım. Vekillerimiz arabalarını nereye park edecek, onu konuşalım…