Kıymetli dostlar öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.
“Gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen iki kazma kürek iki de ırgat gerek.
Hadi gel yapalım geri şunu desen bir Sinan gerek birde Süleyman.”
Mehmet Akif Ersoy
Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında İstanbul’da Mimar Sinan tarafından inşa edilen camidir. İstanbul’da Fatih Külliyesi’nden sonraki ikinci en büyük külliyedir. Burası Sinan tarafından devrinin önemli bir merkez olarak tasarlanmıştır.
Caminin malzemeleri farklı yerlerden toplandı. İmparatorluğun dört bir tarafından malzemeler getirtildi. Bunun simgesel açıdan önemi büyüktü. Osmanlı’nın farklı uygarlıklara ve geniş bir coğrafyaya hükmettiğini gösteriliyordu. Beyaz mermerler Marmara Adası’ndan, yeşil mermerler Arabistan’dan, taşlar İstanbul ve Yalova’dan, küfeki (deniz kabuklarının oluşturduğu istiridye kalkeri) İstanbul’dan, alçı ve kireç İznik-Bursa’dan, kerestesi Istıranca’dan, demir Bulgaristan’dan ve kurşun da Sırbistan’dan getirildi.Dört halife için dört diyardan dört sütun getirtildi. Yaklaşık 30’ar tonluk dört fil ayağı caminin 26,50 metre çapında ve 53 metre yükseklikteki kubbesini taşıyor.
Camideki granit sütunlardan biri Topkapı Sarayı’ndan, biri Fatih Kıztaşı’ndan, biri İskenderiye’den, diğeri de Lübnan’ın Baalbek şehrindeki Jüpiter Tapınağı’ndan getirilmiştir.
Neden dört minare ve on şerefe?
Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunuyordu. Dört minare, Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah oluşunu simgeliyordu. Bu minarelerin camiye bitişik, ikisi üçer şerefeli ve 76 metre yüksekliğindedir. Diğer ikisi ise ikişer şerefeli ve 56 metre yüksekliğindedir.
Toplam on şerefe de Kanuni’nin Osmanlı’nın onuncu padişahı olduğunu işaret ediyordu.
Hikâyeler ve sırlarıyla Süleymaniye
Sultanın iki adım arkasındaydı…
Rivayete göre Kanuni Sultan Süleyman bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sas) görür. Haliç’e ve Boğaz’a nazır bir tepede durmaktadırlar. Peygamber Efendimiz, Sultan’a bugün Süleymaniye Camii’nin bulunduğu yere bir cami yaptırmasını söylerken, mihrap ile minberin de yerini tarif etmektedir.
Padişah uyanır uyanmaz rüyanın etkisi ile Mimar Sinan’ı çağırır ve onu rüyasındaki tepeye götürür, tam rüyasını anlatıp neyi nereye yapacağını söyleyecekken, Sinan araya girerek
Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun(…) deyince padişah şaşkına döner çünkü Sinan’ın söylediği yerler padişaha dün akşam rüyasında Efendimiz’in gösterdiği yerlerdir. Durum karşısında padişah şaşırır. Sinan ise sakince ekler:Hünkârım dün geceki kutlu ziyaretinizde ben de iki adım arkanızdaydım.
Süleymaniye’den ağır gelen yoğurt
Bir rivayete göre Kanuni Sultan Süleyman, caminin tüm masraflarını bizzat karşılamak istemişti. Bu yüzden işçilere de özellikle dışarıdan yardım kabul etmemelerini tüm ihtiyaçlarının kendisi tarafından karşılanacağını söyledi.
Aradan epey bir zaman geçer cami artık neredeyse tamamlanmak üzeredir. Sultan Süleyman bir gece rüyasında yaptırdığı Süleymaniye Camii’nin mizan terazisinde tartıldığını görür. Mizan terazisinin bir kefesinde yoğurt bir kefesinde Süleymaniye Camii vardır. Ancak yoğurt manevi olarak camiden daha ağır gelmiştir.
Ter içinde uykudan uyanan padişah korkar, titrer bir olumsuzluk mu var diye düşünmeye başlar. Sabah olunca ilk işi inşaata gider ve ustaları yanına çağırır. Hiddetlenen, titreyerek konuşmaya başlar;
Ne yaptınız hile hurda mı kattınız cami inşaatına. Kimden ne aldınız?” diyerek ustaları sorgulamaya başlar. Ustalar:
“Sultanım bize ne denilmişse onları yaptık, yalnızca inşaat devam ederken bir yaşlı teyze yanımıza geldi yoğurt ikramında bulundu çok ısrar etti dayanamadık, ikramını geri çevirmedik.” dediler.
Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman gördüğü rüyayı oradakilere anlatır. Ve derki;
Bir tas yoğurt koca Süleymaniye Camii’nden manevi olarak daha ağır geldi.
Haç-lı taşın sırrı –“Haçlı zihniyeti”
Rivayete göre, Osmanlı’nın büyük bir cami yaptırdığını öğrenen Hıristiyan dünyası, Ayasofya’yı gölgede bırakacak bir mimari yapının ortaya çıkmasından rahatsız oldu. Yapımını engelleyemeyeceklerini düşünen Vatikan, sinsi bir plan yaptı. (Bazı rivayetlere göre bu planı yapan Alman Kralı Şarlken)
Rivayete göre büyük bir mermer blok içerisine, dışarıdan belli olmayacak şekilde bir “Haç” döktürüldü. Papazlar ve din adamlarından oluşan bir heyet, Sultan Süleyman’a, “Muhteşem mabedinize bizim de bir katkımız olsun” diyerek kırmızı renkli bu mermeri teslim ettiler. Ardından taşı caminin kıble cihetindeki, namaz kılınan yeri olan mihraba yerleştirilmesi konusunda ısrarlarını dile getirdiler. Plan gerçekten oldukça sinsiydi, Müslümanlar, hiç farkında olmadan bir haça karşı ibadet edeceklerdi.
Kanuni Sultan Süleyman gelen bu büyük hediyenin iyi niyetli olmadığını bunun bir sebebi olduğunu anlar. Mimar Sinan’a bu taşı incelemesi için emir verir ve çok geçmeden Mimar Sinan olayı anlar ve Sultan Süleyman’a durumu anlatır. O büyük taşı yatay olarak ortadan iki parçaya böler ve içerisinde Haç çıktığını görür. Kanuni Sultan Süleyman o taşı en iyi şekilde değerlendirmenin yolunu bulmuştur. Haç işaretini mermerlerin üzerinden kazıyarak sildirir ve Mimar Sinan’a bu iki siyah mermeri Süleymaniye’nin en çok ayak basılan yerine konmasını ister. Günümüzde halen ayak basılan bu taşlara güneşe karışı bakıldığında haç işareti rahatlıkla görebilirsiniz.
Süleymaniye’nin eğri minaresi
Süleymaniye Camii’nin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmişti. Artık son hazırlıkları yapılıyordu. Bu esnada her gören bu şaheserini hayranlıkla seyrediyordu. Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk minareyi görünce;
“Aaaa şu minareye bakın nasıl eğri?” diye bağırdı.
Bunu duyan işçiler gülmeye başlarlar ama Mimar Sinan hiç gülmedi hemen çocuğun yanına gitti.
– Yavrum, hangi minare eğri, göster bakalım bana, dedi.
Çocuk da “İşte şu!” diye minarelerden birini gösterdi.
Ustalara hemen uzun bir halat buldurdu. İşçilerden birkaçının bir halatla çocuğun gösterdiği minareye çıkmalarını ve halatı minareye bağlayıp diğer ucunu aşağıya atmalarını söyledi. Herkes şaşkınlıkla olan biteni izliyordu.
Çekin yukarı doğru! diye çektirmeye başladı. Çocuğa da dedi ki:Oğlum, bak bu minareyi doğrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver. İşçiler Çocuğun gösterdiği tarafa doru ip çekmeye başlar. Minare biraz çekilince çocuk bağırır;
“Tamam şimdi oldu. Minare doğruldu.” diye bağırdıktan sonra koşarak oradan uzaklaştı.
Mimar Sinan’ın yaptığına anlam veremeyen ustalar niçin böyle davrandığını, minarenin iple çekerek düzelmeyeceğini herkesin bildiğini söyleyince Mimar Sinan çevresindekilere “Eğer böyle davranmasaydım bu çocuğun sözleri kulaktan kulağa yayılacak, herkes yanlış da olsa minare eğik diyecekti.” yanıtını verdi. Aslında bu olay da Mimar Sinan’ın toplumu ne kadar iyi tanıdığını gösteren güzel bir örnektir…
Cevahir minaresi
İslam âleminde Ayasofya’dan bile güzel bir cami yapılacağı haberi tüm İslam âleminin gözlerini İstanbul’a dikmesine neden oldu. Sinan caminin temellerini atıldıktan sonra, temelin iyice oturması ve sonradan bir çöküntü olmaması için, inşaata bir süre ara verir. Temellerin yapımı tam altı yıl sürer. Buda her zamanki gibi dedikodulara neden olur. Dedikodulardan etkilenen İran Şahı Tahmas Han, ağır masraflar yüzünden caminin yapımına ara verildiğini zannederek inşaatın devamı için, kıymetli mal yüklü bir kervanı ve içi değerli taşlarla, mücevherlerle dolu bir kutuyu camiye katkıda bulunmak amacıyla Sultan Süleyman’a yollar. Hediyelerinin yanı sıra bu hediyeleri göndermesinin sebebini açıklayan bir mektubu da beraberinde yollar. Bu mektubu alan Kanuni çok sinirlenerek, malları elçinin gözleri önünde bahşiş olarak oradaki askerlere dağıtır ve mücevher dolu kutuyu Sinan’a vererek içindeki mücevherleri yapının taşlarına karıştırmasını buyurur. Mimar Sinan, değerli mücevherleri caminin minarelerden birinin taşları arasına maharetle yerleştirir. Güneş ışığında pırılpırıl parladığı için bu minareye “Cevahir Minaresi” adı verilir. Evliya Çelebi bu söyleyişi ile ilgili olarak zamanla taçların pırıltısını kaybettiğini anlatmıştır…
Dostlar Süleymaniye ile ilgili hikâyeler yazmakla bitmez İs Odası’ndan bahçede her biri ayrı hikaye anlatan mezar taşlarına, Sultan Süleyman’ın türbesindeki Hacer’ül – Esved taşına daha bunun gibi onlarca hikâye anlatabiliriz. İnşallah bir gün Süleymaniye’de denk gelirsek hikâyeleri anlatmaya devam ederiz…
Önümüzdeki hafta İstanbul sokaklarında bir başka hikâyede buluşmak duasıyla…