Dünya ekonomi gündemi her geçen gün daha da ilginç gelişmelerle çalkalanmaya devam ediyor. Okurlarımızın malumu olduğu üzere aralık ayında Çin Devlet Başkanı Şi’nin Suudi Arabistan’ı ziyareti üzerine, “Suudilerin Çinlilerle tehlikeli dansı” başlığıyla yayınladığım yazımda; görüşmeler kapsamında Petro-Dolar sistemi olarak isimlendirilen ve günümüz dünya para sisteminin en önemli sütunlarından biri olma özelliği taşıyan, doların rezerv para olarak var olmasının en güçlü sebebi pozisyonundaki sistemin dinamitlenmesi anlamına gelecek bazı açıklamalar yapılmış; Yuan ile petrol satılması hususu konuşulmuştu.
Geçtiğimiz hafta, dünya ekonomisinin en önemli zirvelerinden birine ev sahipliği yapan Davos’tan Bloomberg TV'ye konuşan Suudi Arabistan Maliye Bakanı Muhammed el Cedan’ın “ABD doları dışındaki diğer para birimleriyle de ticaret yapabilmek amacıyla görüşmelere açık olduklarını” açıklaması, söz konusu dinamitleme olayının ne denli gerçekçi ve yakın olduğunu anlamamızı sağladı.
Suudi Arabistan, 1970'lerde kurulan ve bozulmaması için Suudi Kralı Faysal’ın bir bayram günü kendi yeğenine öldürtülmesine kadar Amerikalılarca acımasızca korunan petro-dolar sistemi için vazgeçilmez bir ülke. Bretton Woods’tan parasını altın karşılığından koparıp dünyanın enerji ihtiyacı üzerinden zor kullanarak petrol ticaretinin parası olma makamına bağlayan, bu sayede rezerv para olma gücünü elinde tutup adeta dünyayı senyorajı sayesinde haraca bağlayan ABD ve doları için Suudilerin bu açıklamaları tam anlamıyla kıyamet salâsı hükmünde.
Bu açıklama yetmiyormuş gibi pazar günü bir de Brezilya ile Arjantin’in SUR isimli ortak bir para birimini kullanmaya başlayacağına dair iki devlet başkanının ortak bildirisi geldi. Doları rezerv para olma tahtından indirme hususunda müthiş önemli bir gelişme olarak nitelenen bu açıklama ciddi yankı getirdi.
Söz konusu para birimi olur da Latin Amerika coğrafyasında yaygınlaşmaya başlarsa küresel GSYH’nin %5’ini etkisi altına alma potansiyeline sahip. Euronun küresel GSYH’nin %14’ünü elinde tuttuğu düşünülürse SUR operasyonunun ne denli önemli gelişmelere sebep olabileceğini daha net anlamak mümkün. Ardı ardına doların beynine inen balyozlara benzeyen bu açıklamalar, yeni dünya düzeninin finansal dönüşüm fazının artık açık bir şekilde başladığının en su götürmez kanıtları.
Bir yandan bu tartışmalar süredursun diğer yandan, son dönemdeki fiyat düşüşleri ile ABD ekonomisindeki enflasyonu dahi aşağı çeken petrol fiyatları, Çin’in beklenmedik bir anda tam kapanmalı covid politikasından vazgeçtiğini açıklaması ile üretim devinin müthiş bir enerji talebinde bulunacağı beklentisi ile hızla yükselmeye başladı. 70-80 dolar bandında gezinen brent petrol 90 dolara doğru ilerlemeye devam ediyor.
Her ne kadar Dünya Bankası’nca, petrolün varil fiyatı 2023’te ortalama 92 dolar olacak gibi raporlansa da Uluslararası Enerji Ajansı, geçen hafta yayınladığı raporda; küresel petrol talebi tahminini daha önceki tahminini değiştirip günlük 80 bin varil civarında artırdı ve petrole olan talebin 2023’te günlük bazda 1 milyon 870 bin varil artışla 101 milyon 720 bin varile, yani rekor bir seviyeye ulaşacağını ifade etti. Bu yeni tahmine ve güncellemeye de sebep olarak Çin’deki covid politikalarının terk edilmesi gösterildi. Durum böyle olunca da bağımsız ekonomistlerin beklentisi artık petrolün 100 doları kısa sürede aşacağı yönünde.
Tüm bunların yanında, Rusya- Ukrayna Savaşı’nın devam etmesi ve Çin-Tayvan-ABD gerginliğinin oluşturacağı olası bir problem de göz önünde bulundurulduğunda enerji fiyatlarında 2023’te zorlu bir yıl geçireceğimiz ortada. Tabii ki bu fiyatlamalar üretim maliyetlerini, dolayısıyla enflasyonu ve faiz oranlarını etkileyecek. Böyle bir tabloda başta FED ve ECB’nin faiz artışlarını durdurması mümkün olmayacağından resesyonun daha da derinleşeceğini göreceğiz.
Davos’ta konuşan Lagarde’nin "Faiz artırımları konusunda rotada kalacağız. Faizleri sınırlayıcı bölgeye çıkaracağız ve enflasyonda %2 hedefine dönmek için faizleri uzun bir süre sınırlayıcı bölgede tutacağız" demesinden ve Fed Başkan Yardımcısı Lael Brainard’ın “Son ılımlılığa rağmen enflasyon yüksek olmaya devam ediyor, enflasyonun sürdürülebilir bir şekilde %2'ye dönmesini sağlamak için para politikasının bir süre daha 'yeterince kısıtlayıcı' olması gerekecek. Bunda kararlıyız." açıklamasında bulunmasından her iki kurumun da aynı fikirde olduğunu anlıyoruz.
ABD açısından, her ne kadar önümüzdeki faiz kararı tarihinde FED Guvernörü Christopher Waller’in ifade ettiği ve ekonomistlerce oylanan Reuters anketinde açıklandığı üzere %25’lik, görece küçük bir artış gelmesi beklense de JP Morgan CEO’su Jamie Dimon’un dediği gibi enflasyonun yüksek seyretmeye devam ettiği bir süreçte faizin yıl sonu olmadan %5'i geçeceği kesin gibi gözüküyor. Diğer yandan ECB’nin de artışlara FED’den sonra başladığı unutulmamalı ve bu nedenle FED’e göre daha fazla artış yapacağı göz önünde bulundurulmalı.
Elimizdeki bu gelişmeler ve açıklamalar gösteriyor ki her ne kadar şu an için bazı ekonomistlerde bahar beklentisi başlamış olsa da dünyanın enflasyon ile resesyon arasında her geçen gün daralan bir mengenede ezilmeye devam edeceği ve içinden çıkılamayan bu fasit dairenin sonunda dünyanın ciddi bir krizle karşı karşıya kalacağı ortada.
Bu ciddi krizin başlama düdüğü olma hususunda şu sıralar herkesin favorisi, ABD'de federal hükümetin 31,4 trilyon dolarlık borçları sebebiyle yaşaması muhtemel problemler. Hazine Bakanı Janet Yellen, olağanüstü önlemleri uygulamaya başladığını bildirse de son durum hakkında ekonomistler tarafından "birkaç ay içinde mali krize yol açabilecek bir açmaz" tanısı çoktan koyuldu…