Birçok ülkenin de olduğu gibi Kırgızistan, gazetelerimizde ancak bölgede yaşanan sıcak gelişmeler, büyük çaplı siyasi olaylar ve etnik gerginlikler gibi istisnai hadiseler üzerine gündeme gelebiliyor. Ülkemizde, bölge ülkeleri arasında belki de en az bilineni. Bu sebeple kısaca bilgi vererek başlamanın iyi olacağını düşünüyorum.

Kırgızistan halkı Müslüman ülkeler ve Türk Dünyası devletleri arasında en Doğu uçta kalan küçük bir ülke. Bugün Kırgızistan, Orta Asya’nın tek parlamenter cumhuriyeti olarak diğerlerinden farklı. Kırgızistan, 2014 yılına kadar aynı zamanda Rus ve Amerikan üslerine kapılarını açmış olan tek ülkeydi ve sadece bu iki devletin değil, komşusu Çin’in de ilgi sahasında kalan bir devlet.

Kırgızistan Asya’daki stratejik konumunu bir avantaj olarak görerek bir denge politikasıyla yürütmeye çalışsa da 6 milyon nüfusuyla bu oyunu yönetebilecek büyüklük ve gücü sağlaması oldukça güç.

1999 yılı baharında Kazakistan’dan Kırgızistan’a sınırdan geçerken sadece bir bariyeri kaldırıldı ve böylece sınırdan geçmiş olduk. İlk defa Kırgızlarla karşılaşacaktım. Anlaşıp anlaşamayacağımı da merak etmiyor değildim. Hayatımda ilk defa Bişkek’te Kırgızca’yı duyduğumda Kazakçam dolayısıyla neredeyse tamamını anladığımı görmek şaşırtıcı olmuştu. Kırgızlarla Kazakça’yı sadece s-ş, k-h seslerini belirli kelimelerde değiştirerek konuştuğumda, Kırgızca bildiğimi söyleyerek“nerede öğrendiğimi” sormuşlardı.

Kastım şu ki; Kazakistan ve Kırgızistan iki ayrı devlet, ancak ortak mazileri ve hatıraları olan ve Türk halkları içerisinde göçebeliği en son terk etmiş olan tek bir millet. Bunu o bölgelerde, bir Kazak veya Kırgız’a anlatırsanız birçoğu bundan memnun olmazlar ve bütün Doğu halklarının yaptığı gibi ortaklıklarını değil, ayrıldıkları konuları size anlatmaya çalışırlar. Halbuki ortaklıklar yerine ayrılıkları vurgulamak her zaman ayrıştırıcı ve uzaklaştıran bir vakadır.

Türk boyları içinde Kırgızlar en kadim kaynaklarda Uygurlarla birlikte yer alır. Birçok halkın Kırgızlar’dan ayrılarak ayrı halklara ve zamanla devletlere dönüştüğü bilinir. 18-19’uncu yüzyıla kadar her zaman adları yanyana anılan bu iki halk bunun tipik örneğidir. Konuştukları Türk lehçesi karşılıklı anlaşılabilirlikleri olan ve Anadolu’dan örnekle ancak Rize ile Aydın şiveleri kadar farkı olan Kazakça ve Kırgızcayı konuşan bu iki halk, bugün iki ayrı devlet içinde yaşıyor. Aradan geçen zamanla birlikte bütün diğer Orta Asya cumhuriyetleri gibi psikolojik olarak ve ayrı kaderleri yaşayarak ayrışmaları kaçınılmaz olarak derinleşiyor.

Geçtiğimiz günlerde eski Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in, güvenlik güçleri tarafından ikinci kez düzenlenen operasyonda gözaltına alınarak İçişleri Bakanlığı’nca, Soruşturma Dairesi’ne götürülmesiyle Meclis’in Atambayev’in dokunulmazlığını kaldırmasından bu yana geçen 1,5 aydır süren kriz sona ermiş oldu.

Hadiseler, Atambayev’in evi çevresinde bu süre zarfında nöbet tutan taraftarlarıyla Kırgız polisi arasında çıkan arbedede bir ölüm ve yüze yakın yaralı ile atlatılmış oldu.

Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov, eski Cumhurbaşkanı’nın operasyona karşı direnerek silah kullanmaya kalkıştığı için Atambayev’in Anayasaya ve kanunlara karşı geldiği açıklamasını yaparak Milli Güvenlik Konseyi üyelerini toplantıya çağırdı.

Kırgızistan’da bu tür olaylar maalesef hiç de yeni değil. 2005 yılına kadar iktidarda kalan Askar Akayev’i bir halk ayaklanmasıyla deviren Kırgız halkı, Kurmanbek Bakiyev’i de yolsuzluk gerekçesiyle 2010 yılında bir ayaklanmayla iktidardan devirmişti.

Atambayev hadisesinden sonra her zaman olduğu gibi ilk defa Kazakistan Cumhurbaşkanlığı tarafından ve hemen ardından Özbekistan Cumhurbaşkanlığı tarafından aranması, tarihe ve kimliğe dayalı kardeşlik üzerinden bölgesel dayanışma mesajı anlamına geliyor.  Bir toplantı için Rusya Başbakanı Medvedev’in olayın hemen ardından Bişkek’te olması ve Kırgız Cumhurbaşkanıyla görüşmesi ilgi çekici diğer bir nokta oldu.

Gelelim bize: Rusya bütün Slav halklarını ilgi sahasında tutarken Çin, Çin dilinin bütün lehçe ve şivelerini konuşan halkları kapsayan bir çatı devlet olmayı başardı. Avrupa Birliği bütünleşmesi, yalnızca bir ekonomik ve siyasi birlik olarak okunursa bu büyük bir yanlış olur. Aynı zamanda diller ve kültürler arası yakınlaşmanın, gelecek hayallerini birlikte kurmanın bir adresi olmayı başardı.  Türkiye ise bugüne kadar kaçan bütün trenlere rağmen, Türkçe’nin lehçe, şivelerini konuşan halklarla hiç olmazsa, ticari, ekonomik, kültürel ve turistik bağlarla teması artırarak karşılıklı menfaatleri koruyan ve sinerji oluşturacak bir yol ve sistemi kurabilmeliydi.

2019 Haziran ayında Ahıska Türklerine karşı yapılan bir saldırıyı Türk Büyükelçinin Orok’ta yerinde ziyaret etmesi üzerine Kırgızistan Türkiye’ye nota vererek “içişlerine karışmama” uyarısında bulunmuştu. Çok-etnikli (multietnik) yapıda olan Kırgızistan’da daha önce kışkırtılmış cahil halk tarafından yine büyük ölçüde Özbeklere karşı ve Ahıskalılar ile ilgili yerel saldırılar yapılması ülkedeki istikrarı zedeleyen sebepler arasında.

Hâlbuki aynı dilin lehçelerini konuşan; aynı din ve kültürel zemin ile Sovyet dönemi de dâhil olmak üzere ortak geçmişi paylaşan bu kardeş halkların anayasal güvencelere rağmen birbirileriyle aralarına giren fitne, zaman zaman usta eller tarafından kaşınıyor ve cehaletin olduğu her yerde kendine taraftar bulabiliyor. Bu konuda kültürel yakınlığı diri tutup parlatma görevi sadece Türkiye’den beklenebilir.

2019 nisanında Ceenbekov’un Türkiye ziyareti sırasında karşılıklı olarak dostluk ve kardeşlik mesajları tekrarlandı. Umarım ki, bu dostluk ve kardeşlik mesajları birbirini cenaze ve düğünlerde gören akrabaların hali gibi kalmamalı.

Kırgızistan-Türkiye ilişkileri 2019 nisanına dönmekle kalmamalı ve her zaman daha fazlası ve iyisi için imkân olduğu unutulmamalıdır. Çünkü iyi ve kötü günle sınırlı kalmayan istikrarlı ve sürdürülebilir, rasyonel politikaların Kırgızistan Türkiye ilişkileri kadar, bütün diğer Orta Asya devletleriyle de sürdürülmesini gerekli görüyorum.