Paralel ihanet çetesi, dört koldan İslamcılara saldırıyor. İktidara yamanıp tükenmekle suçladıkları, son nefesini verdi deyip öldürdükleri İslamcıları, şimdi de devlet adına ajanlık yapmakla suçluyorlar.
Mümtaz’er Türköne’nin açtığı yoldan Ali Bulaç yürüyor. Karşılıklı paslaşarak iyi bir ikili olduklarını kanıtlayıp, İslamcılara yükleniyorlar. Bulaç’ın son yazısında dile getirdiği iddia vahim: Bir zamanlar beni polisler sorguladı ve bana ajanlık teklif ettiler. Ben kabul etmedim ama çevremdeki birçok İslamcı bu teklifi kabul etti/etmek zorunda kaldı. Çoğu şimdi belli makamlara geldi…
Ali Bulaç’ın bu iddiayı dile getirdiği yazının başlığı da ilginç; “Neden devletin İslamcısı olmadım?” Devleti ele geçirmeyi kafasına koymuş, bu kapsamda kumpas üstüne kumpasa imza atmış. İnsanları fişlemiş, dinlemiş, şantaj yapmış, montaja başvurmuş, türlü yalanlarla, sahte belgelerle hayatını karartmış karanlık bir yapının içerisinde yer alıp da, “Ben devletin İslamcısı olmadım, İslamcılar devletçi oldular, savruldular” demek, en hafif tabiriyle kendi okuruna saygısızlıktır.
Yıllardır kitaplarını su içer gibi hatmettiğimiz, ortaya koyduğu argümanlarla herkesi düşünmeye, tazelenmeye sevk eden Ali Bulaç ile ilgili “Gülen cenahına dâhil oldu, eski ağırlığını kaybetti, yol gösterici özelliğini yitirdi, bağımsız/bağlantısız aydın vasfından feragat etti” diyorlardı da, yine de bir umut vardır diye düşünüyordum. Ancak Bulaç; “Yarım asırdır bu mahallenin içindeyim. Kendimi hiç bu kadar ağır bir baskı altında hissetmemiştim. Defalarca yargılandım ama dava arkadaşlarımın iktidarında böylesine sıkıntılar çekeceğimi beklemiyordum. Kırk yıllık arkadaşlarımı kaybettim ama elhamdülillah en ufak bir pişmanlık duymuş değilim, bir iktidar uğruna mangalda kül bırakmayan İslamcıların nasıl savrulduklarını, devletin denetimine nasıl girdiklerini görünce esef ettim. Meğerki devlet İslamcıların sadece midelerine değil, ruhlarına kaçmış. Kalplerini zulüm üzere ayakta duran bir iktidarın ateşine kaptıranlara sadece acıyorum.” diyerek, durduğu yerin acemisi olmadığını, gönüllü bir rıza ile orada bulunduğunu, o cenahın günahlarına ortak olmayı kabul etiğini cümle âleme kanıtlamış oldu.
Hepsi üzerinde polis üniforması taşıyan Gülenciler, ele geçiremedikleri için içlerinde ukde olarak kalan MİT üzerinden İslamcılara saldırmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlar. Milli İstihbarat Teşkilatı’nı topyekûn ele geçirmiş olsalardı, MİT’ten doğrusu olmayacak, onun çalışma sistemini kutsayıp, İslamcılarla MİT arasında bir bağ kurma fantezilerine de girmeyecekler, İslamcıları töhmet altında bırakmaya tevessül etmeyeceklerdi.
Hangi İslamcının ajan olduğunu inanın merak etmiyorum… Benim asıl merak ettiğim; İslamcıların üzerine gitmeyi kendine vazife telakki eden kalemlere, bu görevi acaba kim veriyor? Ve sırada ne var? İslamcılara bu kez hangi taktikle saldıracaklar acaba?