Abdullah Bazencir’i bilir misiniz? Bilemediniz mi? Sahne adıyla söyleyelim o zaman: Mahsun Kırmızıgül. Bizim Mahsun daha düne kadar Türkiye’nin yaralarına dokunan filmler yapıyordu. Yaşlılara saygı duruşunda bulunduğu Beyaz Melek, yaşadıkları topraklardan kopup İstanbul’a göç etmek zorunda kalan bir ailenin dramını anlattığı Güneşi Gördüm, New York’ta Beş Minare ve Mucize…
Mahsun Kırmızıgül gayretli ve çalışkan birisi. Özellikle milletin onun hakkında ne dediğini umursamadan işini yapmaya devam etmesi kesinlikle takdire şayan. Filmlerinin hastası değilim ama çok da kötü film yapıyor diyemem Mahsun için. Hatta New York’ta Beş Minare’nin fragmanını sinemada bir filmin öncesinde gördüğümde oldukça heyecanlanmıştım.
Bir başka film daha var Mahsun’un imzasını taşıyan: Gecenin Kanatları. Senaryo yazarlığını Mahsun Kırmızıgül ve Ahmet Küçükalalı’nın yaptığı filmin yönetmeni ise Serdar Akar. Filmin başrollerinde Murat Ünalmış ve Beren Saat yer alıyor.
Film ülkemizde 11 Aralık 2009’da vizyona girmişti. Yani yaklaşık 6 yıl önce. Beren Saat’in canlandırdığı Gece karakteri daha küçük yaşlarda ailesini bir polis baskınına kurban verir ve canlı bomba olmak üzere örgüte katılır. Plana göre Gece İstanbul’a gelecek ve bir bakanın konuşması sırasında kalabalığın arasında kendini patlatacaktır. Gece mücadelesi uğruna kendini hayattan soyutlamıştır. Ancak İstanbul’a geldiğinde kaldığı apartmanın kapıcısının oğluna aşık olur.
Bankta oturan yaşlı bir adam, parkta oynayan çocuklar, çimlerde kitap okuyan bir kadın, kuşlar, köpeğiyle oynayan bir adam… Tüm bunları sessizce izleyen Gece yapmaya çalıştığı eylemi de sorgular içten içe. Yaşamanın güzelliği ile ölümün boşluğu arasında gidip gelmeye başlar.
Filmi vizyona girdiği dönemde izlemiştim. Ankara’da gerçekleştirilen iki canlı bomba eyleminden sonra film aklıma düştü. Mahsun Kırmızıgül’ün filmde Hikmet isimli karakteri üzerinden yaptığı bazı sorgulamalar var.
“Halkın boş yere bedel ödeyeceği bir eylemi yoldaşlar uygun görmüyor. Canlı bomba eylemi yanlış diyorum” diyor Hikmet. Eylemin gerçekleşmesinden sorumlu olan ve Yavuz Bingöl’ün canlandırdığı Ali Rıza karakteri ise “Arkadaşlar, andolsun ki bütün Türkiye cezaevlerinde katledilen arkadaşlarımızın intikamını almak için bu bakanın öldürüldüğünü bilecektir”, “Yeri geldiğinde ölmesini bilmek ne büyük bir onur” gibi cümlelerle kendisini ve çevresindekileri yaptığı işin doğruluğuna inandırmaya çalışıyor.
Kısacası Mahsun Kırmızıgül senaryosunu kaleme aldığı bu filmde açık açık PKK demeyip sadece “örgüt” diyerek geçiştirse de teröre karşı bir duruş sergiliyor.
Evet bu dünyanın adaletsiz olduğunun ve bunun en büyük müsebbibinin biz insanlar olduğunun farkındayız. Ama bu masum insanların canını yok yere almamızı haklı gösterecek bir şey değil. Filmde karakterlerden birisi “Eğer biz bu eylemi yaparsak tarih bunu sorgulayacak. Tarih bizi de sorgulayacak” diyordu. Dönüp bakalım Ankara’da yaşananlara. Hayatını kaybeden onlarca masum insanın ardında bıraktığı acıları siz hangi gerekçeyle açıklayabilirsiniz ki?
Demirtaş’ın öznesiz kınama cümleleri mi açıklayacak bu acıları? Öldüren kazanamaz. Yaşatan kazanır. Ankara’daki ikinci canlı bomba eylemi gerçekleştiren de bir kızdı. Gencecik bir kızdı hem de. Eğer birileri üniversitede onun beynine girip kandırmasaydı şimdi arkadaşlarıyla Pazar gününün tadını çıkartıyor olabilirdi. Olmadı. Gece filmin başında henüz küçükken babasıyla birlikte kibritten ev yapıyordu. Günümüzde kaç Gece’nin kibrit evi bir anda alev alıp yok oluyor acaba? Bu kadarcık sorgulamayı yapmak yerine devleti suçlamayı daha kolay bulanlar olduğu süre bu çarpık yaklaşım da devam edip gidecek.
Demirtaş’ın önceki gün Silvan’da yaptığı bir konuşmaya 100 kişi bile katılmamış. Umarım kendi kulakların bile seni dinlemez olur.
Mahsun Kırmızgül’e de bir çift lafım var. Beyefendi geçen günlerde neyin gazına geldi bilmiyorum ama Twitter üzerinden başladı başbakana bir şeyler söylemeye. “Benim tüm anılarım, doğup büyüdüğüm Diyarbakır’ın Sur bölgesinde iç çatışmalarla yerle bir oldu” diye yakınan Mahsun beyin tivitlerinin bir tanesinde bile PKK kelimesi geçmiyordu. Ama tivitler başbakana hitaben yazılıyordu. Bu ülkenin sanatçısı olarak, halkını ve anılarını düşünen birisi olarak konuşmalarında kimi hedef almasını gerektiğini görememiş olması gerçekten üzücü.
Üzülecek çok şeyimiz var. Kimisi “gerilla annesi rolünde oynamak isterdim” der, kimisi çıkar “sen kendi dağının gerillasısın” zaten diyerek bu cümlelere sahip çıkar. Ama sorsan suçlu devlet. İnsanları iyiliğe, güzelliğe yönlendirmesi gereken sanatçıların bu hali içler acısı…
Sinemadan girip siyasetten çıktık belki ama ne yapalım. Sadece sinema konuşacak kadar tadımız yok bugünlerde…
PARALEL FİLM FESTİVALİNE VERİLEN TSK MÜZESİ
Zaman’a kayyum atanır, Kanaltürk, Bugün kapatılır vs… Fethullah Gülen Terör Örgütü ile oldukça çetin bir mücadele veriliyor değil mi? Geçen gün mail adresime bir davetiye düştü. Paralellerin ‘öteki sanatçılar’a yakın olmak, kucak açmak için kurdukları Yedirenk Sanat Vakfı ve Bilgi Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen Mobil Film Festivali’nin gala davetiyesinde mekan olarak Beşiktaş’taki Deniz Müzesi yazıyordu. Bu müze TSK’ya ait. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir müze paralel yapının bir vakfına nasıl kiralanabilir? Mevzu sanat falan değil. Kimse kimseyi yemesin. İki gün sonra orada topladıkları sanatçıların hepsi size sövmeye başladığında ah vah etmeye hakkınız yok maalesef. Bu kadar açık bir şeyi nasıl görmezden geliyorlar aklım almıyor. Aklı alan varsa bana açıklasın bir zahmet.