İktisadi düşünce tarihinde, kendilerini post Keynesçi iktisat olarak tanıtan ve ana akım kapitalist düşünce dışında yer alan ekole göre, para arzı içsel bir değişkendir ki bundan dolayı ücretlerde yaşanan değişime bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Nihayetinde para arzını belirleyen iş dünyasının para ihtiyacıdır. Öyleyse enflasyon, emek ve sermaye kesiminin gelir dağılımından daha fazla pay alabilmek adına giriştikleri mücadeleden kaynaklanır ki bu kapitalist sistemin bir dinamiğidir.
Kapitalist düşünce, tam istihdam anlayışı yerine doğal işsizliği oturtarak bazı gerçekleri kabullendiği gibi, enflasyonist eğilimlerin varlığını da kabullenmiştir. Ancak bu gerçeğe çözüm için ortaya attığı “Para politikası müdahalesi” gerçekliklerle bağdaşmaktan oldukça uzaktır. Size bunu detaylandırmak istiyorum.
Yeni Keynesyen Phillips eğrisi olarak adlandırdığımız notasyona göre, bir ekonomideki enflasyon kısa dönemde talebe (çıktı açığı), arz yönlü unsurlara ve iktisadi karar birimlerinin beklentilerine bağlıdır. Ancak uzun dönemde enflasyonun nihai belirleyicisi para arzındaki (toplam talep kapasitesi) fazla artışlardır ki bu artış enflasyonu belirlemekle kalmaz, nominal faizleri de yükseltir.
Kapitalist düşüncenin buradan vardığı sonuç, uzun dönemde enflasyon haddinin yükselip yükselmeyeceğine izin verilip verilmeyeceğinin merkez bankaları tarafından yürütülen para politikası eylemleri olduğudur. O zaman uzun vadede enflasyonu belirlemek adına merkez bankalarının görevi, sistemin fonlama ihtiyacı kapsamında sunulan fonların ortalama maliyetini kontrol ederek toplam talebi böylece uzun dönemdeki enflasyon haddini tayin etmeye çalışmaktır.
Onlara göre böyle bir adım atılınca, kısa dönemde toplam talep kısılacak ve iktisadi faaliyet yavaşlayacak ancak bununla birlikte gelecek dönem enflasyon beklentileri ve risk primi düşecek, uzun vadeli nominal faizleri gerileyecektir. Tasarruf ve yatırım kararları, uzun vadeli faizlere bağlı olduğundan bu durum ekonominin üretim kapasitesini artırmaya katkı verecektir ki o yüzden bu politika adımı “genişletici sıkılaşma” niteliğinde olacaktır.
Kapitalist teoriye göre enflasyonla mücadelede tablo budur. Bu çerçeve uzun döneme odaklanmakta, tüm sorumluluğu faiz politikasına yıkmaktadır.
Türkiye Ekonomisi özelinden örnek vermek istiyorum. Literatürde farklı çalışmalar bulunmakla birlikte ortak kanaat ülkemizde enflasyonun belirleyicileri arasındaki başat aktörün sepet döviz kuru gelişmeleri, gıda fiyatlarındaki dalgalanmalar ve reel sektörün fiyatlama davranışları olduğunu gösteriyor.
Peki bunların önüne geçebilmek adına faiz politikası ne derece etkilidir, hiç düşündünüz mü? Bunun cevabını inşallah bir sonraki hafta kaleme alacağım yazımda vereceğim.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın. Bunu yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tövbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere anaparanız sizindir.” (Bakara Suresi, 278. ve 279. ayeti)
Kapitalist sistemin piyasa başarısızlıklarını ve bu başarısızlıkları ortadan kaldırmak adına öne sürdüğü boş çerçeveleri, iktisadi teoride aramaktan ziyade sistemin ruhunu oluşturan felsefi doktrinlerde aramak lazımdır. Çünkü kapitalist insan modelinin karakterini dokuyan tezgâh burasıdır.