Makāsıd düşüncesi çerçevesinde dünya ve âhiret mutluluğuna erişebilmenin (makāsıdü’ş-şerîa) yolu, ilim ve amelden geçmektedir. Bunu mümkün kılan ise öncelikle insanın iktisadî ihtiyaçlarını karşılayabilir durumda olmasıdır. Bir başka deyişle Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî’nin İhyâü Ulûmi’d-Dîn adlı şaheserinde vurguladığı üzere insanın beslenme, barınma, giyinme vb. gibi temel ihtiyaçlarını karşılamadan makāsıd düşüncesi çerçevesinde yol alabilmesi mümkün değildir. Bu aşamada iktisadî kaynaklar ve ihtiyaçlar arasındaki ilişkiye dikkat çekmek gerekir.
İbrâhîm Suresi’nin 34. ayetinde buyurulur;
“O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür!”
İbrâhîm Suresi 34. ayetinde dikkat çekildiği üzere, insanoğlu hayatının her anında, Allahutaala’nın kendisine lütfetmiş olduğu maddî ve manevî nimetlerden faydalanmaktadır. Öyle ki Allahutaala, insanların istedikleri her şeyi vermektedir ve bu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu nimetlerden faydalanan insanoğlu, Allahutaala’ya şükretmesi gereken yerde, nimetleri bahşedeni görmezden gelerek nankörlük etmekte ve O’na ortak koşmaktadır. Bundan dolayı Allahutaala, insanoğlu çok nankördür buyurarak, insanın fıtrî olumsuz özelliklerine dikkat çekmektedir. Özetle insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek her eşya, fizikî dünyada mevcut bulunmaktadır.
Şûrâ Suresi’nin 26. ayetinde buyurulur;
“İman edip rızâsına uygun işler yapanların dualarını kabul buyuran ve kendi lütfundan onlara fazlasını veren de O’dur. İnkârcılara gelince, onlar için çetin bir azap vardır.”
Şûrâ Suresi’nin 26. ayetinde Allahutaala’nın, iman ederek rızasını kazanmak amacı doğrultusunda gayret gösteren kulların dualarını kabul buyurduğu ve lütfundan bu kullara fazlasını verdiği, ancak inkâr eden kulları ise şiddetli bir azabın beklediği vurgulanmaktadır.
Şûrâ Suresi’nin 27. ayetinde buyurulur;
“Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama O dilediği ölçüye göre vermektedir. Çünkü O, kullarının durumunu çok iyi bilmekte ve görmektedir.”
Şûrâ Suresi’nin 27. ayeti dünya hayatındaki nimet ve imkânların kullar arasında hangi ölçüte nispet edilerek paylaştırıldığına açıklık getirmekte böylece 26. ayetin içeriğinde vurgulanan mesajın, Allahutaala’nın iman ederek iyi işler yapan kullarına lütfundan fazlasını vermesine ilişkin ifadenin, zihinlerde doğru şekilde kavranmasına vesile olmaktadır.
Şayet Allahutaala, dünya hayatında bütün insanlara zekâ, sağlık, yetenek vb. nimet ve kaynakları bol ve eşit bir şekilde vermiş olsaydı yeryüzünde birlik, dirlik ve düzenden söz edilemezdi. İnsanlar beceri geliştirmek için kaygı taşımaz, düzenli bir çalışma hayatı, istihdam ve maddî imkânların pay edilmesi adına bir denge ve sistem arayışı olmaz sonuçta medeniyet ve devletler kurulmazdı.
Bu noktada kulların iyi ve kötü kriterine göre rızıklandırılması söz konusu olmuş olsaydı insanların (dünya hayatı) yaratılış amacı hasıl olmayacak, yaşam ve ölümün varlık sebebini yansıtan sınav ortamı teşekkül etmeyecek böylece dünya hayatı anlamını yitirecekti.
Sonuç olarak kulların her türlü durumunu bilen ve gören Allahutaala, imkân ve kaynakları dilediği ölçüye göre bahşeder ki bu ölçüyü beşer nezdinde idrak edebilmek mümkün değildir. O hâlde kulun görevi nimetleri elde edebilmek adına elinden gelen bütün çabayı göstermek ve kendine Allahutaala tarafından bahşedilen nimetleri en iyi şekilde değerlendirmektir. Bir başka deyişle insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek her eşya, fizikî dünyada mevcut bulunmakla birlikte kullanıma hazır değildir. Maddenin değiştirilmesi ve dönüştürülmesi gerekir.