Bilimsel araştırmalar yeni konular üzerinde ilerlerken, tıbbın bilinen hastalıkların oluşum mekanizmalarına ve dolayısıyla da tedavi yöntemlerine bakış açısı gün geçtikçe değişmektedir. Bakış açısındaki bu değişimi birçok hastalıkta görmemiz mümkündür. Özellikle vücudun mikrobiyal florasının önemi anlaşılmaya başlandıktan sonra birçok hastalıkla ilgili olduğu gibi kanser hakkında da birçok yeni araştırma yapıldı ve halen yapılmakta. Mikrobiyal flora yani vücudumuzda bizimle birlikte yaşayan trilyonlarca sayıda bakteri toplulukları, insan vücudunu her bakımdan etkilemektedir. Dolayısıyla mikrobiyal flora, hastalıkların oluşum mekanizmalarında da oldukça önemli bir paya sahiptir. Bu konu ucu bucağı görünmeyen bir okyanus misali öylesine geniş ki, yapılan her araştırma bunu daha da iyi anlamamıza sebep oluyor. Tabii ki araştırmaların faydası, pratikte yani hastalıkları tedavide ne kadar uygulanabilir olduğu ve hastalıkların oluş mekanizmalarını ne kadar aydınlatabildiği ile de çok alakalıdır. Kanser ve mikrobiyal flora arasındaki bağlantılar ile ilgili yapılan çalışmalarda elde edilen sonuçlardan biri, faydalı-zararlı bakteri dengesinin zararlı bakteri yönüne doğru kaydığı durumlarda kanserin ortaya çıkma riskinin çok daha yüksek olduğu yönündedir. Elbette bu da beslenme ile alakalı olduğu için, kanserin tedavisinde çözümün anahtarlarından biri beslenmede saklıdır. Ayrıca hücresel düzeydeki iltihaplanmanın da nezle-gripten başlayarak kanser dahil diyabet, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, astım, alerji, inflamatuvar bağırsak hastalıkları, romatoid artrit, fibromiyalji, migren, Alzheimer, obezite ve daha birçok hastalığın temelini oluşturduğunu son yıllarda yapılan çalışmalardan bilmekteyiz. Dolayısıyla kanserin tedavisinde, hem beslenme hem de yaşam alışkanlıkları (uyku, hareket vb.) yönünden hücresel iltihabı azaltıcı, bağışıklık sistemini özel uygulamalarla güçlendirici aktif bir metot uygulamak hem tedaviye alınan olumlu cevabı hızlandıracak hem de kişinin psikolojik yönden daha güçlü ve endişesiz olmasını sağlayacaktır. Kanser vakalarının tedavisinde sadece kemoterapi ve radyoterapi gibi ciddi olumsuz etkileri de olan yöntemler uygulanması hem vücudun bağışıklık sistemini ciddi derecede olumsuz etkilemekte hem de hastayı tedavinin dışında bırakan pasif bir yöntem olmaktadır. Hasta, bu yöntemlerin uygulandığı süreçte hem tedavinin ciddi yan etkileriyle mücadele etmekte hem de psikolojik olarak yoğun endişeli bir bekleyiş yaşamaktadır. Hâlbuki hastanın beslenme ve yaşam alışkanlıklarında vakaya ve kişiye özel detaylı planlamalar yapılması ve bunları hastanın anlayarak aktif bir şekilde uygulaması her bakımdan olumlu sonuçlar sağlamaktadır. Bunun en güzel ve anlamlı etkilerinden biri de yapılanların hücresel temeli düzenlemesi ve iyileştirmesi sebebiyle, hastalığın tekrarlama riskini ve başka hastalıkların ortaya çıkma riskini de minimale indirmesidir. Ancak sadece kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri uygulandığında, vakanın çeşidine ve derecesine bağlı olarak tekrarlama ve hatta vücuda yayılma riski ortadan kalkmamaktadır. Belki de en acıklı olanı, bazen bu uygulamaların ciddi yan etkileri sebebiyle hastanın kaybedilebilmesidir.

Kısaca, kanser dahil bütün hastalıkların tedavisinde vücudumuzun zaten sahip olduğu iyileşme potansiyeline sahip çıkarak onu güçlendirici yöntemler izlenmesi ve hastanın bunları bizzat uygulaması, ayrıca yaşamında bu yönde olumlu değişimler yapması her bakımdan mutlu sona ulaştıracaktır…

Yazarın web adresi: www.emineakin.com