“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar”

Böyle diyor Üstad Necip Fazıl Kısakürek…

İstanbul’u bir ayna bilip karşısına her kim geçse kendi ruhundan izler bulur, medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu şehirde.

Hepimize benzer çünkü İstanbul. Hepimiz kadar hayattır, hepimiz kadar ölüm. Hepimiz kadar biraz nazlıdır, hepimiz kadar biraz hırçın ve hepimiz kadar çokça güçlü…

Her birimiz kadar şendir, ışıltılıdır görünen yüzüyle… Fakat bir de suretinin ardında gizli sireti vardır ki; kederleri, yasları, gözlerini ıslak ıslak edecek saklı yaşları vardır.

Görünen siluetine minareleri gökyüzüne uzanarak elbirliği ile kelime-i tevhidi yazar.

Onca şaşaasına rağmen, bir vav tevazuunu saklar en derinlerde.

Bir elif miktarıdır nazı, sazı… Gecelerinde kabristanlarından Duha Suresi’nde zikri geçen seca vakitleri ibretle taşar.

Zira bu şehirde zaman akarken gündüzleri, şen lakırdıları, şuh kahkahaları, ticari istikrarı ve hırsları, seyyar satıcıların bağrışlarını, büyük gökdelenleri profesyonel iş hayatını ve bir o kadar kibri anlatır.

Geceleri mi? İşte geç vakit sükûna erer bu şehirde gece… Işıkları geç solar da, ondan sonra Zincirlikuyu’dan, Karacaahmet’ten, Edirnekapı Şehitliğinden ölümle hasbihal başlar… Hayat susar o vakitler, ölüm konuşur.

İş ki, bu konuşmaya ancak kalbi uyanıklar tanık olur. Şehrin mukimleriyle bu hayat, memat hasbihalini şair şöyle özetler; “Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet/ Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet/ O manayı bulda bul illa İstanbul’da bul”

Bir de görünen şirin yüzü vardır bu şehrin. Hayat dolu bir lisanı konuşur, kendisini kim ziyaret etse, onunla halleşir, dertleşir… Bir vapur düdüğü, bir martı kanadı, ince belli bir bardakta kızıla dem vurmuş efkar yüklü çayı ile aşinadır her kim gelse kendine.

Kız Kulesi, hüzünlü bir güzeldir Marmara’nın kucağında… Galata Kulesi 1445 yıldır seyrettiği bu muhteşem şehrin sırlarından dem vurur. Beyazıt Kulesi Yeniçeri isyanlarından söz eder.

Ah ki, Tarihi Yarımada… Orada hâlâ Osmanlı’nın nabzı atar. Dünyanın gözlerini kamaştıran bu şehir mazinin ayak izlerine iz ekleyerek meydan okur boğazlarıyla, derin sularıyla, altın boynuzuyla…

Dünya başkentleri gıpta eder bu şehrin coğrafi talihine. Büyük Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorlu ve Osmanlı İmparatorluğuna beşik olmuş, dünya tarihinin yazılışında aktif rol oynamış bu şehir; Batı’da Roma, Paris, Londra, Amerika’da New York, Doğu’da Singapur, Tokyo, Kuzey’de Moskova, Kiev, Güney’de, Dubai başkentlerine dudak ısırttırır, gıpta ettirir kendine.

Tarih, zamanın amansız akışına rağmen faktör değil, aktör olmayı her daim başarmış bu şehrin menkıbeleri ile yazılır. Bu şehir Dar-ül Hilafe’dir. Bu şehir Der-saadet’tir.

Kim bilir, belki bir gün Ayasofya’dan yükselecek ezanlarıyla bu muhteşem şehir, dünyanın başkenti olmaya taliptir!