Bir elinize tomurcuk gülü, diğer elinize de açmış ama solmak üzere olan bir gülü alınız. Eğer tercih durumunda kalırsanız, acaba hangisini alırsınız? Tabii ki tomurcuk halinde olanı değil mi?

İşte genç!

Siz ey gençler! Tomurcuksunuz birer birer. Yepyeni bir hayata adaysınız. Ne olur hayatınızı mahvetmeyiniz. Bataklıklara kendinizi atmayınız. Müştak olduğunuz yegâne hakikat; Allah ve Rasûlü aşkı olsun!

İnanan, Rabbi ve Rasûl’üne aşkla yanan, kendisiyle birlikte insanları Cennete götüren bir nesil olun! Şüphesiz ki istikbal, imanla dolu siz gençlerin olacaktır.

Gençlik!

Ne güzel anlar ve ne büyük bir zenginlik!..

Bu sermayeyi boşa vermeyin. Zira kulluğun en güzel hali, bu çağlardadır. O giderse bir daha gelmez. Parayla satın alınmaz! Kaçarsa tutulamaz. Aramakla bulunamaz!

Allah’ın razı olduğu ve sevdiği gençlerden olmaya gayret ediniz.

O halde, taşı hamur yapacak şu ânınızda Hakk’a kul, Rasûl’üne ümmet olunuz. Fanî dünya sizi aldatmasın. O, nice padişahları, güçlüleri, zalimleri ve gençleri ölüme yolladı. Şüphesiz bizleri de gönderecektir.

GENÇ KARDEŞİM!

 

İnsan, Allah’ın eşref-i mahlûkudur. Binlerce yaratık arasında en kıymetli ve en üstün olan odur. Yüce Mevlâ’mız onu, yeryüzünün halifesi kılmıştır.”En güzel şekilde” yaratmış ve sayısız mahlûkatı onun emrine vermiştir. Bütün bunlara karşılık o, gayesiz ve mes’uliyetsiz mi olacaktı? Tabii ki hayır!

Nasıl ki bir baba evlâdını, bir ana çocuğunu, bir hayvan bile yavrusunu başıboş bırakmıyor ise, bunca lûtuf ve ihsan bahşeden, onu yoktan var eden Allah (c.c) da, kulunu başıboş bırakmamıştır. Onun iki cihan saadetini ve iyiliğini mutlaka dilemiştir. Zira bir gün, kulların hesabı vardır. O halde kul, sorumluluğunu ve hesabını düşünerek hazırlıklı olmalıdır. Buna binâen şöyle buyrulur:

“-İnsan kendisinin, başıboş bırakılacağını mı sanır?”75 Kıyamet 36.

Öyle ise insan düşünecek, durumunu idrak edecek ve kendi kendisine soracak:

-Ben neyim, kimim? Nereden geldim ve nereye gideceğim? Bu uçsuz bucaksız âlem, bunca mahlûk nedir ve niçin bunlar insanoğlunun emrine verilmiştir?

Bütün bu sorular ve bulduğu cevaplar onu aslına, özüne ve kimliğine kavuşturacaktır. Sonuçta ise;

“-Biz Allah içiniz ve Allah’a gideceğiz,” (2 Bakara 156) hakîkatine ulaşacaktır.

NEREYE GİDİYORSUN?

Bu neticeye varan insan; bunca mahlûkatın boşuna yaratılmadığını, her şeyin bir hikmet ve sebebi olduğunu düşünecektir. İşte o zaman akletmeye ve kendi yerini bulmaya çalışacaktır. Bakınız bu konuda düşündürücü İlâhî bir gerçek daha:

“-Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.”44 Duhan 38.

Semadaki o binlerce yıldızı, bu direksiz muazzam dünya sarayını düşünerek şöyle diyecektir:

Allah’ım! Yönümüzü sana döndür,

Gönlümüzü muhabbetinle doldur,

Nerden, niçin geldiğimizi bildir,

Güzel adını her mekânda andır.

Bu tefekkür âlemi insana, yine Rabbinin şu sorusunu hatırlatır:

“-Nereye gidiyorsunuz?” 81 Tekvir 26.

Bunun manâsı; niçin Rabbinizin yoluna gitmiyorsunuz demektir. Yine bu sorudan anlaşılan bir hakikat de, insanın bir gün Rabbine döneceği ve bu gidişattan hesaba çekileceğidir.

Rabbini unutup gaflet içinde yaşayan insan; bilmez mi ki kendisi bir nutfe yani damladan yaratıldı. Anne karnında bir müddet kaldı. Rabbi onu dünyaya gönderdi. Ona sebep kıldığı annesinin gönlüne şefkat ve merhamet vererek, iki yıl emzirip bakımını nasip etti. Ağlamakla ve oyunla çocukluğu geçti. Aklı erdikçe birşeyler öğrendi. Gençliği, evliliği de zuhur edince gurur ve kibire kapılıp, O kendisini yoktan Var Edeni unuttu. Bu nankörlüğünü Cenab-ı Hak şöyle belirtir:

“-Muhakkak ki insan, Rabbine karşı pek nankördür.”100 Âdiyât 6.

GENÇ İNSAN!

 

Hâlbuki bir gün kişiyi ölüm yakalayacak ve İlâhî huzura götürecek; “O (Öyle yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır,”(67 Mülk 2) gerçeği ortaya çıkacak.

Demek ki insan şu âlemde, bir imtihan halindedir.

Rabbini bulan ve O’na kul olan kurtulmuş, gerisi ise mahvolmuştur.

Netice odur ki; insan ve hayat anlamsız, tesadüf ve başıboşluk değildir. Ölüm de, sonu hiçlik olan bir netice değil, aksine geçici âlemden ebedi âleme intikaldir. Onun için hayatı Allah’a kullukla doldurarak yaşamalısın. Verilen ömür sermayesini hebâ etmeden, yaratılış gayemizin O’nu tanımak olduğunu bilerek, yüce Rabbe aşk ile bağlanmalısın!

İnanan bir insan, dünyada hor görülen garib, fakir, acı-soğan kuru-ekmek yiyen bir insan dahi olsa, yine de en büyük zenginlerdendir. Çünkü onda İman vardır. Bu servet onda olduğu müddetçe ve onunla Rabbinin huzuruna döndüğü zaman, en güzel ve sonsuz lûtfa kavuşacaktır. Zira Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“- Kim; Rab olarak ALLAH’ı, din olarak İslâm’ı, Rasûl olarak Hz. Muhammed’i seçtim derse, cennet ona vacip olur.”Ebu Dâvud Vitr 26.

O halde insanları değerlendirirken bu ölçüyü hiç bir zaman göz ardı etme! İnanan kişi daima kıymetlidir. Günahkâr bile olsa, bir anda yapacağı bir tevbeyle Allah katında üstün bir dereceye çıkabilir.

Allah (cc) helâl yoldan maddi imkânlar verir de hem ondan faydalanır ve hem de O’nun yolunda harcarsa ne güzeldir. Mü’min çalışan, kazanan, üreten, çabalayan ama elde ettiği mal, saltanat ile kibir ve gurura kapılmayandır. Onların sevgisini kalbine koymayandır.

GENÇ MÜ’MİN!

 

Mü’min, en büyük hakikat olan, kendisini ve kendisi için bütün kâinatı yaratan Rabbini bildiğinden, insanlığın zirvesine çıkar.

Kâfir ise, kendisini yaratan ve bunca nimetle donatan Rabbini inkâr ettiği için, en aşağı bir mahlûk durumuna düşer:

“-Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar, inkâr edenler ise (dünyada) zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri (de) ateştir.”47 Muhammed 12.

GENÇ KARDEŞLERİM!

 

Bu günlerde açık bir imtihandayız.Bizler bu imtihandan önemli dersler çıkarmalıyız.

Tamamen dünyevîleşmiştik. İslâm’a adeta sırtımızı dönmüştük. Rabbimiz, yüzümüzü döndürüyor. Yoksa her nimetten; Kâbe, Mescid-i Nebi, Mescid-i Aksa ve Camilerden de mahrum edeceğini/ettiğini gösteriyor.

Ne yazık ki gençliğimizin içi boşalmıştı. İslâmî heyecan taşıyan ve anlatan bir gençlik kalmamıştı. Kendinize gelin diyor.

Bizler 70’li yılları yaşadık. İslâm gençliği yıllarıydı? Atılan tohumların yeşerdiğini görmüştük. Ama şimdi nereye gitti?

Gam ve keder gönüllerimizi bürüdü. Yazık oldu gençliğe! Bırakın artık kafeleri, boş işleri! Gezip tozmaları! Karşı cinsle günah dolu anları…

Allah’a dönün! Rasül’üne dönün! Kur’an ve Sünnet’e dönün!

O eski yıllardaki heyecanı yeniden yakalamalıyız. Rabbimize söz vermeliyiz. Siz görmediniz ama görün! Görmelisiniz!

Her yerde İslâm Gençlik Merkezleri olmalı.

EY ANNE VE BABALAR!

 

Yavrularınızı koruyun! Cehennem ateşine atmayın!

Artık yavrularımızı İslâm Dâvâsı heyecanıyla yetiştirmeliyiz.

Ne oldu mu bize? Neler olmadı ki?

Derdimiz gençliğimiz olmalı! Üniversite değil, iş değil, makam ve mevki değil!

Edep ve ahlâk olmazsa neye yarar?

Ahiret kazancımız olmalı onlar!

Hem de ahireti kazanmalı onlar!

Yoksa dünya ne işe yarar?

Bir çeki düzen verilmeli gençliğe! Kafeler, eğlence mekânları ve benzerlerinde vakit geçiren gençlik olmamalı. Onlar hebâ olmamalı. Bu günlerden ders alınmalı…

Yazık oluyor onların dünya ve ahret hayatına. Yüzde kaçı ilim, irfan ve hikmet peşinde koşuyor? Yüzde kaçı üretim peşinde? Ne yazık ki hep tüketim!

Varlığı gördüğü gibi yokluğu, azlığı ve zorluğu da anlamalı. Onları yetiştirmek hep onlara dünya imkânları sunmak değildir. İşte Rabbimiz korona ile bunları hatırlattı bizlere!

Artık yavrularımızı İslâm dâvâsı heyecanıyla yetiştirmeliyiz.

GENÇ ADAM!

 

İşte senin dâvan!

Hakka kul olmak ve kulları Hakk’a çağırmak!

Sırtlandığın Dâvânın hakikatini kavramak ve onun eşsiz neş’esiyle ağlamak!

İşte bu ağlayış seni kurtaracak ve Rabbinin Cennetlerine koşturacak!

Haydi öyleyse! Ne duruyorsun!

Önce sevinçten ağla! ‘Rabbim de;

Ben bu dâvânın kölesi olmaya lâyık birisi miyim?

Seçtin mi beni de Allah’ım!

Kâinattaki zerre ve kürreler adedince Sana Hamd olsun!

Yolunun tozu ve toprağı olacağım Muhammed Mustafa’na da, salât ve selâm olsun!’