Tarih ders kitaplarında hep Harf İnkılabı ile Arap harflerinin terk edildiği anlatıldı. Bugün bir Arap konuştuğunda, dili Divan şiirine uzaktır. Çünkü bu toprakların insanları Arap harflerine değil, İslam harflerine tabiiydi. Harf İnkılabı da Cumhuriyet kadrosunun İslam karşıtı projelerinden biri olarak olmuş, Harf İnkılabı de Arap harfleriyle değil İslam harfleriyle yani İslam ile olan bağ koparılmıştır.

Misal vermek gerekirse… Türkî lisânlar: Tatarca, Özbekçe, Kırgızca, Türkmence, Azerice… Bunlar kelimeler tefrik etmeden işitildiğinde, Türkçe’ye benzemeyen lisanlardır. Çinceye, Rusçaya, Japoncaya, Farsçaya benzemektedir. Örneğin, Azerice, Farsçaya benzer. Peki Türkçenin kendine mahsus bir tınısı var mı? İşte bunu, güzel Kur’ân dinleme şansına ermiş olan insanlar anlayabilirler. Türkçe Arapçanın değil Kur’ân-ı Kerîm’in okunuş tarzına uygundur. Yani pek Arapçaya benzemez. Kur’ân tilâvetine benzer. Ayetleri, sûreleri okurken bitişte iddiasız bir şey vardır. Deklarasyon bile olsa cümlenin sonu söner. Türkçe de böyledir. Türkçede Kur’ân okunuyor gibi konuşulur. İnkılaptan sonra “Gitti!” deniliyor, hâlbuki önceden “Gitdi.” Deniliyordu.

İnsanlara başından beri –en azından Osmanlı Devleti’nin çöküş fikrinin Osmanlı Devleti’ni idare edenler tarafından benimsendiği zamandan beri- Arapçadan, Farsçadan kopuk bir Türkçe olabileceği fikri öğretildi.  Arapça ve Farsça yön tayin edici olmadığı şartlarda Türkçe tekellüm edilemez. Sarf-nahiv biliniyor olması Türkçe konuşmayı mümkün kıldı. Türk dilinde tıpkı Arapçada olduğu gibi “etre-avoir(to be, tohave)” fiillerinin mevcut olmaması bunun ispatıdır. Farsçada vardır. Türkçede yoktur. Olmayışı gösteriyor ki Türkçe ifade gücünü Arapçanın sınırları içinde arayıp bulmuştur. Türkçe dediğimiz dil Arap saf ve nahvini bilen insanların günlük hayatlarını idame ettirmek için ortaya çıkardıkları dildir. Bu dil Azericeyle, Kırgızcayla, Özbekçeyle, Türkmenceyle, Tatarcayla akraba değildir. Nasıl ki Latinceden Fransızca çıkmışsa Türkçe, Arapça gramer bilen insanların günlük hayatlarını devam ettirmek için bu topraklarda, Türkiye topraklarında ortaya çıkardıkları dildir. Yani bu, aynı zamanda telaffuzuyla, aksanıyla da birlikte doğmuş bir dildir.

Kur’ân’da geçen kelimelerin kökleri itibariyle –sözlüklerden tespit edilememiş az sayıda kelime kökü dışında- ekseriyetinin Türkçede yer aldığı görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen bazı kelimelerin telaffuz edildiği şekliyle, aynen (Misâl: Tâbut, Ticâret, Taht, Türâb, Ced, Cisim, Hardal, Hortûm, Dünyâ, Zelzele, Sedd, Sel, Şecere, Şekil, Sülâle, Tehlike, Yetîm… gibi 2923 kelime) Türkçede yer aldığı tespit edilebiliyor. Kur’ân-ı Kerîm’de aynen/telaffuzuyla geçmemekle beraber inceleme konusu kelime köklerinin tamamının da bu kök kelimenin çekimleri ve türemişleri olarak (Misal: Âhize, Emniyyet, İbrîk, Battâniye, Bakkâl, Bakliyât, Tâcir, Toprak, Cellât, Cep, Hubûbat, Hap, Mahalle, Mezbaha, Züccaciye, Silah, Şecere, Şahsiyyet, Eşkiyâ, Gurbet, Kırtasiye, Kebâb, Kelebçe, Elbise, Lahmacun, Lezîz, Lâkab, Lokma, Levhâ, İmzâ, Matara, Millet, Memleket, İnşâât, Matkab, Nöbet, Heyecân, Vahşî, Mevsim, Vatan, Hîbe, Îkâz…gibi 9525 kelime ve terkîb olmak üzere aynen geçenlerle beraber 12448 adet) Türkçede yer aldığı tespit edilmiştir.

(İslam Harflerinin Müdafaası, Şefikoğlu-Türkçe’den İslam’a Giriş, İsmet ÖZEL isimli eserlerden faydalanılmıştır.)

(Devamı haftaya…)