Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İslam dünyasını kasıp kavuran krizleri ve İslam devletlerinin sorunlarına çözüm üretemeyişini defalarca dile getirdi. Kanaatimce bu sorunların çözülemeyişinin sebebi, İslam dünyasının Batı devletleriyle kurduğu siyasi ve iktisadi ilişkiler değildir. Çünkü bu ilişkiler, İslam devletlerinin problemlerini önemseyen, sosyal, kültürel ve siyasi açıdan odak haline gelmiş merkezî bir İslam devletinin bulunmayışının doğal bir sonucudur. Böyle bir oluşum için mucizeye gerek yok. Mesela, Türkiye tek başına bu rolü üstlenmek için gerekli donanıma sahip bir ülkedir. Zira, ciddi bir aydın tabakası ve seçkin bir toplumu var. Dahası, her şeyi mümkün kılan bu temel bileşenlerin yanı sıra, ekonomik açıdan da bugün olduğu gibi yarın da ümmetin omurgasını ayakta tutabilecek durumdadır.

Büyük bloklaşmaların yaşandığı bir dönemde Türkiye bu ‘merkezî devlet olma’ olgusundan uzak kalamaz. Mevcut bloklardan birinin alelade bir üyesi olması da mümkün değildir. Zira Türkiye, Romanya ya da Yemen değildir. Akdeniz havzasının doğusunda ve güneyinde yaşayan halklar olarak bizim; büyük devletlerin menfaatlerine hizmet eden uydu devletler olmaktan çok daha büyük özlemlerimiz ve menfaatlerimiz bulunmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin büyük devlet olması için var gücümüzle gayret etmemiz bir zarurettir.

Uluslararası dengenin sağlanması, adaletin tesis edilmesi ve gasp edilen haklarımızın geri alınması için Türkiye’nin dünyada merkezî bir devlet konumuna gelmesi gerekmektedir. Türkiye’nin, zaruret halini alan bu ‘merkezî devlet olma’ hayallerinden vazgeçmesi demek; birkaç yıl içerisinde ülkenin bir Bulgaristan, bir Romanya ya da bir Yemen olmasına razı olmak anlamına gelir.

Çevre ilişkilerinde Türkiye’nin konumu Türkiye-AB ilişkilerinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin AB’ye katılması mazinin bir konusu haline gelmiştir. Avrupa devletleri Türkiye Hükümeti’nden değil, Türkiye toplumunun yüksek gücünden tedirgin olmaktadır. Askerin yaptırdığı bir darbe anayasasına, derin siyasi problemlere ve hükümetin rahat çalışmasını engelleyen parlamenter sisteme rağmen Türkiye’nin ekonomik programlarda büyük başarılara imza atması Avrupa devletlerini kaygılandırmaktadır. Zira, yakın bir gelecekte ekonomik dengenin Türkiye lehine değişeceğini, bu durumun Avrupa Birliği’ni siyasi alanda da Türkiye lehine değişime uğratacağını görmektedirler. İşte, Avrupalıları ürküten, bu gidişin sonunda Avrupa’nın bütünüyle İslamlaşmasına yol açacağı öngörüsüdür.

Büyük haritaya baktığımızda Avrupalıları korkutan asıl gerçeğin başka bir konu olduğunu görürüz: Avrupalıları korkutan ve tedirginliğe sürükleyen asıl sebep, seksen milyonluk dinamik bir nüfusa, muazzam arazilere ve emsalsiz bir jeostratejik konuma sahip olan Türkiye’nin merkezî bir devlete dönüşerek kendilerinin bu merkezî yapının birer küçük parçası haline gelmesidir.

Ulaşmak istediğim nokta şudur: Türkiye büyük bir devlettir. Avrupa Birliği’nin kendisine dayattığı hazır, dar ve standart kalıplara sığması mümkün değildir. Açıklanan siyasete uygun olarak Türkiye’nin merkezî bir devlet haline gelebilmesi için yeni bir anayasa yapması, bunu yaparken Avrupa’nın güzel ve iyi olan kanunlarından da istifade etmesi ülkenin önünü bütünüyle açacaktır.

Türkiye’nin merkez ülke olması demek sadece dünya ülkeleriyle yeni ilişkiler ağı geliştirmesinden ibaret bir olay değildir. Bilakis Türkiye, bölge halklarının kültürlerini geliştiren, doğrudan etkilerle onların endişelerini gideren yeni bir rol üstlenecektir. Mesela, İran’ın Arap dünyasına yönelik yayın yapan 30 kadar uydu kanalı, onlarca gazetesi ve farklı yayın organları varken Türkiye’nin Araplara yönelik çeşitli medya kuruluşlarına sahip olmaması merkezî ülke rolüyle bağdaşmaz.

Merkezî devlet olmanın yolu ümmetimizin tüm halklarını kucaklayan kapsamlı bir program hazırlamaktan geçmektedir.

Çeviri: Fethi Güngör