Usta fotoğrafçı-foto muhabiri Ara Güler’in hayatını ve fotoğraflarını konu alan İstanbul’un Gözü belgeseli Washington DC’de aldığı Best of Best (En İyinin En İyisi) ödülünden sonra İstanbul Film Festivali’ne alınmamasıyla büyük yankı uyandırmıştı. Ben de belgeseli geçen hafta izleme şansı buldum. İstanbul Film Festivali ekibinin belgeseli -eğer teknik ya da başvuruya dair özel bir sebep yoksa- festivale almamış olması Türk izleyicisine karşı büyük bir saygısızlık. Zira belgesel sadece Ara Güler’in değil, İstanbul’un ve Türkiye’nin de tarihine ışık tutar nitelikte.

Filmde, küfürbaz, huysuz bir ihtiyarın hayatından öte, bir büyük ustanın tüm samimiyetiyle çektiği fotoğrafları nasıl çektiğini ve hangi dinamiklerle fotoğraf hayatını şekillendirdiğini görüyoruz. Ara ustanın muzip mizacıyla eğlenceli bir dili de taşıyan belgesel, usta isimlerin Ara Güler ve onun fotoğrafları hakkındaki yorumlarıyla önemli bir belgeye de dönüşüyor.

Ara Güler tüm bir Türkiye tarihinin tanığı usta bir fotoğrafçı ve hepsinden öte alt sınıfın tanığıdır. Onun fotoğrafları ve tanıklığı Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak bir sanat eseri, önemli bir belge olarak da kalacaktır elbette.

Ara Güler’in hayatı ve eserleri üzerinden yapılan belgesel kuşkusuz çok güzel bir çalışma olmuş. Yalnızca altyazı -KJ çalışması- belgeselin fotografisini oldukça yormuş, buna değinmek gerek. Uğraşıp şurasında burasında desek pek çok hata bulunur da, böylesi güzel bir çalışma için gereksiz bir çaba elbette. Tüm sinema ve fotoğraf severlerin buldukları ilk fırsatta belgeseli izlemelerini şiddetle tavsiye ederim.

Gelelim belgeselin doğurduğu tartışma ve büyük usta Ara Güler’in bir anda memleketin malum cenahı tarafından linç edilme kampanyalarına. Zira hem İKSV hem de yönetmenin yaptığı açıklama oldukça profesyonel ve olması gereken açıklamalar. Ama eserin kendisine baktığınızda ya seçkiyi yapan kurulda sinemayı anlamak üzerine bir problem var ya da gerçekten Ara Güler’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmesinden duyulan bir hazımsızlık var diye düşünüyorsunuz. Hangisi olduğunun bilgisine sahip değilim. Fakat her iki türlü yaklaşımda da büyük bir hata yapıldığı ortada.

Ara usta Recep Tayyip Erdoğan’ı çektiğinde malum cenahın salyalarının ulaşmadığı yer kalmamıştı. Köpüren ağızlarından etrafa saçılanlara basmamak için Ara usta da epey çaba sarf etti ama en sonunda kendi üslubunca yapıştırdı lafı. Hayatı boyunda Salvador Dali’den Pablo Picasso’ya, Sophia Loren’den Alfred Hitchcock’a kadar pek çok büyük ismi fotoğraflayan ve yaşayan tarihin tanığı olan bir ustaya yapılan hakaretler gösteriyor ki mesele sanat değil. Neyse ki biz meselenin ne olduğunu anladığımızdan zaman zaman kafamızda o Anadolululuk hoşgörüsüyle kapılarımızı açtığımız kafatasçı tayfaya karşı duruşumuzun zayıflamaması gerektiğini de gördük. Dertleri bu memleketin ya da sanatın gelişmesi, eserler üretilmesi filan değil. Dertleri, “benden başkasına bakarsan çıkarırım gözlerini.”

Yaşadığımız günler elbette tarihte dönüp baktığımızda enteresan duracak. Çok değil, bir 20 yıl sonra “Bunlar da mı yaşanmış bu memlekette?” diyeceğiz herhalde. Tıpkı Ara ustanın fotoğrafları gibi.

Ve elbette memleketin sanat gündeminde büyük hazımsızlığa neden olan büyük ustanın ömrü hayatınca gördüğü bir büyük ustayı fotoğraflaması da gelecek neslin gündeminde olacak.