Milliyetçilik hususunda, akademik platformdaki tartışmalı konuların başında, “tarihsel olarak devletin mi, yoksa milletin mi daha kadim olduğu” sorusu gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, “devlet mi milleti kurmuştur, millet mi devleti kurmuştur” sorusu, var olan tartışmayı özetler niteliktedir. Bu sorunun tek bir yanıtı olmadığı gibi, farklı coğrafyalarda farklı prototip durumların tezahür ettiği bilinmektedir. Bu tartışmadan türetilmiş başka bir tartışmalı soru ise, her etnik topluluğun devlet kurup kuramayacağı meselesidir. Tartışmaları bir kenara bırakırsak, göz ardı edilmemesi gereken husus, devletlerin ortaya çıkma sürecinin ağırlıklı olarak siyasi kararlara dayandığı gerçeğidir.

Irak’ta yaşanan son olayları bu kapsamda değerlendirmek o nedenle anlamlı olabilir. Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkan “bağımsızlık” hareketinin, “devlet ve millet” tartışmaları bakımından, hem iç hem de dış faktörler açısından natamam olduğu müşahede edilebilir. Her şeyden evvel iç faktörler irdelendiğinde, ulusal bütünlüğün ve birliğin oluşmadığı hemen görülebilir. Demek ki, olası bir devletin oluşması durumunda bu eksiklikler siyasi otorite tarafından, “entegrasyon ya da asimilasyon” yöntemiyle giderilecektir. İşte bu durum, göz ardı edilen diğer etnik unsurlarda korku ve endişeye yol açmaktadır. Kerkük bu durumun en basit ve somut örneğidir.

Dahası, Barzani ortaya kapsayıcı yeni bir bakış açısı koymamıştır. Başka bir ifadeyle, bölgede tatbik edilen ulus devlet modelini, aynen taklide kalkışmıştır. Hâlbuki bölgenin tüm etnik unsurları, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma katı ulus devlet anlayışından çok çekmiştir. O nedenle, çok etnikli bir bölgede inşa edilmeye çalışılan bu devlet denemesine, cebren müdahaleler müstesna, gönüllü bir katılım desteğinin çok zayıf olacağı aşikârdır. Dolayısıyla da toplumsal bir mutabakat oluşamamıştır.

Ulusal birlik ve bütünlüğün olmadığı durumlarda duyulan en büyük ihtiyaç, dış destektir. İsrail haricinde görünür böyle bir destekten bahsetmek, şimdilik mümkün değildir. Ancak İKBY-İsrail işbirliğinin bölge halkları nezdinde kötü bir izlenim ve imaj meydana getirdiği ayrıca belirtilmelidir. Bunun nedeni ise büyük ölçüde bölge halkları tarafından İsrail’e yüklenen olumsuz anlamdır. Buna ek olarak İsrail’in kuruluşundan bugüne izlemiş olduğu politikaların biriktirmiş olduğu hoşnutsuzluğu da hesaba katmak gerekecektir. Tabiatıyla böyle bir bakış açısının sonucu olarak, Kuzey Irak’ta olup biten her şey, İsrail’in bir oyunu olarak görülmektedir. Türkiye’nin Irak’ta yaşanan olayları ısrarlı bir şekilde İsrail üzerinden ulusal ve uluslararası kamuoyuna aktarmaya çalışmasını bu açıdan okumak yerinde olacaktır.

Her ne kadar şu sıralar, Kerkük ve Musul’da yaşanan askeri gelişmeler, yazımızı doğrular nitelikte olmasına rağmen, mevcudiyeti coğrafi olarak, Bağdat, Tahran ve Ankara’nın siyasi, askeri ve ekonomik desteğine bağlı olan bir bölgede girişilen böylesine irrasyonel eylemi, görünür nedenler üzerinden anlamanın güçlüğü de ortadadır. Sonuçta anlaşılmıştır ki, bağımsızlık sürecini ne ileriye götürecek ne de onu muhafaza edebilecek iç ve dış yapı henüz oluşmamıştır. Acaba tüm bunların hesap edilmemiş olduğunu düşünebilir miyiz?