Uluslararası Boğaziçi Sinema Derneği tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen Uluslararası Boğaziçi Film Festivali başladı.

Festival film gösterimleri, atölyeler ve söyleşilerle dolu bir hafta boyunca sürecek. Festival kapsamında “Journey to the Shore”, “Our Everyday Life” ve “Chasuke’s Journey” gibi filmlerin de yer aldığı, 11 filmin prömiyeri yapılacak.

Festivalin bu yıl onur konuğu olarak ağırladığı ülke Romanya.

Önceki akşam Beyoğlu, Atlas Sineması’nda bir açılış etkinliği düzenlendi. Açılış kokteylinin ardından, yönetmenliğini Amer Shomali ve Paul Cowan’ın üstlendiği, Filistinlilerin, “Birinci İntifada”dan esnasında Bayt Sahur’da, 18 ineği İsrail kuvvetlerinden saklayarak, küçük bir sütçü dükkânı kurma çabalarını anlatan, Filistin-Kanada ortak yapımı, “Aranan 18’li” isimli animasyon filmin gösterimi yapıldı.

Hem hikâyesi hem de kurgusuyla ilginç ve bir o kadar etkileyici bir belgesel “Aranan 18’li”. Beytüllahim’in doğusunda kalan Bayt Sahur kasabasında nüfusun yüzde 80’i Ortodoks Hıristiyan ve yüzde 20’lik kısmı ise Müslümanlardan oluşuyor.

Belgeselin bana en ilginç gelen kısmı da bu oldu açıkçası. Filistin konusunda o kadar haberler okuyup izlememize rağmen -çoğu zaman derinlikli araştırma yapmadığımız için- Hıristiyanların da Birinci İntifada’ya katıldığını bilmiyordum. Hele bir de “Aranan 18’li”de olduğu gibi intifadaya farklı bir noktadan yaklaşan belgeseli görünce ister istemez daha çok etkileniyorsunuz.

İsrail’in ablukaya aldığı yerlerden birisi olan Bayt Sahur’da günlük ihtiyaçların başında süt gelmektedir. Ve fakat süt ihtiyacını karşılamak için yine İsrail’den gelen bir firmanın ürünlerini tüketmek zorundadırlar. Bayt Sahur halkından birkaç kişi bir araya gelir ve daha önce hiç inek girmemiş olan bu kasabaya inek almaya karar verirler. Bu inekleri de mecburen İsrail’den alırlar. Tabii daha önce hiç ineklerle karşılaşmamış bir halk için bu büyük bir mesele. Hatta ineklerden süt sağmayı bilmedikleri için aralarından bir kişiyi Amerika’ya eğitim almaya bile gönderirler (Türkiye ne güne duruyor, bizim köye gelseler biz öğretirdik.)

Daha sonra kendi sütlerini üretmeye başlayan Bayt Sahurlular bu meselenin küçük bir üretim veya ihtiyaç karşılama meselesi olmadığını fark ederler. ‘İsrail’e rağmen’ bir şeyler yapabildiklerini gören halk yavaş yavaş sebze gibi başka şeyler de üretmeye başlar. Tabii tüm bunları yaparken bir yandan da gizlice halk arasında haberleşme ağı oluştururlar. Bu senkronize hareket etme durumu intifada zamanında yaşanacak olaylara karşı da bir önlem niteliği taşımaktadır aslında.

Bu özgüven neticesinde Bayt Sahur halkı İsrail valisine vergi ödememeye başlar. İsrail askerleri sürekli halkın ne yaptığını gözlemlemektedir. Halkı psikolojik olarak yıldırmak için yaptıkların tüm atakları boşa çıkınca işe ineklerden başlamaya karar veriyorlar. İneklerin kaldığı ahırı basan askerler “Bu inekler İsrail devleti için bir tehlike oluşturmaktadır” diyerek ineklerin bir an önce elden çıkartılması gerektiğini söyler. Tabii ineklerin hepsinin numaralı fotoğraflarını da çekerek.

Doğal olarak, önceden hazırlığını yapmış olan Bayt Sahurlular inekleri sürekli farklı noktalarda saklayarak İsrail askerlerini atlatmayı başarır. Ellerinde ineklerin fotoğrafları ile kasabayı didik didik arayan askerlerin durumu oldukça komik bir hâl almaya başlar. Tüm bu uygulamalar ile halkı vergi vermeye ikna edeceğini zanneden İsrailli yetkililerin elleri tabii ki boş kalır.

Elbette tüm bunlar olurken 13 Eylül 1993 tarihinde dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Yaser Arafat, Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın ara buluculuğunda Oslo İlkeler Anlaşması’nı imzalar.

Belgeselin dikkatimi en çok çeken bölümü de burası oldu diyebilirim. Zira çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşan Bayt Sahur halkı “Yaser Arafat o anlaşmayı imzalamasaydı biz birçok şeyi başarabilirdik” inancına sahip. Oslo İlkeler Anlaşması’nın imzalanması psikolojik olarak sahip olduğumuz üstünlüğümüzü yıprattı diyor Bayt Sahurlular.

Aranan 18’li muhtemelen Oscar ödüllerinin verileceği günlerde de adından söz ettirecektir. İstanbul’da yaşayanların belgeseli görmek için hâlâ imkanları var. 24 Kasım Salı günü Atlas Sineması, Salon 3’te, saat 15.00’daki seansı kaçırmayın derim. Kaç gün önceden haber verdim, gitmezseniz suç benim değil…

Festivalde birbirinden güzel seçkiler de var. Merak edenler web sitesi üzerinden ayrıntılı bilgi alabilir.

Küçük de bir duyuru yapmış olalım. Senarist, oyuncu ve doktor Ercan Kesal ile çok güzel bir mülakat yaptık. Sinema ve edebiyat ilişkisi de dâhil olmak üzere birçok konuda etkileyici cevaplar verdi Kesal. Nasipse önümüzdeki günlerde Sinefesto’da yayınlanacak mülakatı da keyifle okuyacağınızı ümit ediyorum. İnşaallah!

M.U.