1979’dan itibaren yaklaşık 40 yıldır kesintisiz şekilde işgallere ve iç savaşa maruz kalan Afganistan’dan milyonlarca insanın göçü;
Biz bu çağın şahitleri olarak büyük dramları ya bizzat gördük ya da insanlığın yakın tarihinin büyük acıları olarak önceki kuşaklardan dinledik; bazılarını ise kitaplardan okuduk.
Bu anlamda Türkiye’nin Suriye’den göçmenleri kabul etmesi doğru bir politikadır. Ancak bugün artık göçmen politikası konusunda artılarımızı eksilerimizi alt alta koyarak ciddi bir değerlendirme yapmanın zamanı geldi de geçiyor. Çünkü bu konuda plansızca atılacak her adımın uzun vadeli demografik, sosyal, ekonomik ve kültürel maliyetleri olacaktır. Bu maliyetlerin bir kısmı geçtiğimiz aylarda ilk sinyallerini vermeye başladı.
Önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığımız gibi büyük devletlerin mutlaka ciddi göç, nüfus ve iskân politikaları olagelmiştir.
Hiçbir devlet önemli nüfus hareketlerini kendi halinde bırakarak uzaktan izlememiştir. Çin, ABD ve Rusya örnekleri üzerinden anlatmaya çalıştığım iskân politikaları tesadüfi değil devletlerin stratejik hedefleri doğrultusunda ülkelerinin huzurunu ve bütünlüğünü koruyacak haklı veya haksız girişimler olarak uygulanagelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ise çöküş yıllarında bile iskân ve nüfus hareketleri konusunda uyguladığı politikalar kim ne derse desin oldukça ciddi ve tutarlıdır.
1856 yılı sonrasında Kırım’dan gelen göçmenler, Anadolu’nun Batı kesimlerine bugünkü Bulgaristan ve Romanya’ya ciddi bir planlama dâhilinde yerleştirilmiştir.
1864-1878 tarihleri arasında Kuzey ve Güney Kafkasya’dan yaşanan kitlevi göçler karşısında savaşın tarafı olan bir devlet olarak planlı bir nüfus ve iskân politikası yürütülmüştür. Özellikle Çerkesler’den Adige grupları Kuzeybatı Kafkasya bölgesinden bütünüyle çıkarılarak Osmanlı topraklarına sürülmüşlerdi. O dönem Devlet, göçmenleri Samsun, Tokat, Sivas, Maraş, Kayseri, Adana, Hatay çizgisi üzerinde yoğun şekilde yerleştirmişti. Yani Anadolu, tam ortadan kuzey-güney hattında güçlendirilmiş oluyordu. Bunun yanında, Kars, Iğdır, Ardahan, Ağrı, Muş ve Van bölgesine Azerbaycan’dan ve İran’dan gelen Azerbaycan Türkleri ve yakın gruplardan Terekeme ve Karapapaklar yerleştiriliyordu. Böylece Doğu Anadolu’nun seyrelmiş olan nüfusu arttırılarak demografik yapının çöküşüne engel olunuyor idi.
Kuzey Kafkasyalılardan Adige-Abhaz, Çeçen ve Dağıstanlıların sadece bahsi geçen kuzey-güney hattında değil; Suriye, Ürdün, Irak ve Golan tepelerine kadar yerleştirildiğini biliyoruz.
Bosna’nın 1870’lerde Avusturya kontrolüne geçmesinden itibaren ve daha sonraki yıllarda Balkan Savaşları ertesinde Balkanlardaki Boşnak, Türk, Torbeş gibi bütün müslüman halklar tehcire zorlanmıştı. Bu göçler sırasında da imparatorluğun çekilmesine bağlı olarak sürekli olarak merkeze yani Anadolu’ya doğru bir çekilme ile birlikte üst üste göçler yaşanıyordu. Mesela bir Boşnak önce Sancak bölgesine, sonra Makedonya’ya, sonra da Anadolu’ya Bursa bölgesine yerleşebiliyordu. Bu da aynı ailelerin birkaç defa katmerli bir göç yaşaması anlamına geliyordu.
Bugüne gelecek olursak; ülkemizde, Suriye, Irak, Afganistan ve dünyanın diğer bölgelerinden gelen diğer göçmenler konusunda bu tarz zorunlu bir iskân politikamızın; nüfus yönlendirmelerinin ve demografik yapıyı dikkate alacak çalışmalarımızın olup olmadığı sorusunu kendimize sormalıyız.
Mesela 30 bin Ahıska Türkünün Bursa’da bir arada olmasının sağlayacağı katkı ile Anadolu’nun seyrek nüfuslu yerlerine yerleştirilmeleri halinde sağlayacakları katkı bir olmayacaktır.
Peki, bu konuda yapılması gerekenler nelerdir?
Her şeyden önce, yeni gelen göçmenlerin savaş sonrasında ülkelerine geri döneceğini düşünmek ve onları buna hazırlamak en temel politika olmalıdır. Ayrıca, göçmenlerin misafir olduklarının ve ev sahibi ülkede bir kredi kullandıklarının farkında olmalarının sağlanması gerekiyor. Eğer bu sağlanamayacaksa kalanların sosyal yapıya entegrasyonunu sağlayacak dil, kültür ve eğitim desteği sonuna kadar verilmeli. Bunlara ek olarak;
Hiçbir harici göçmen grubunun belirli bir bölgede huzursuzluk doğuracak şekilde tek bir etnik yapı olarak yerleştirilmesine izin verilmemelidir.Gelenler, kalabalık şehirler yerine nüfusun seyrek olduğu bölgelere yönlendirilmeli ve hiç olmazsa belirli süre ile zorunlu iskâna tabi tutulmalıdır.Göçmenler sanayi olarak gelişmiş bölgelerden ziyade, boş kalmış tarım arazilerine hazine arazilerine yerleştirilerek onlara en azından hayata tutunabilecekleri kadar tarım bilgisi ve desteği verilmelidir.Gelen göçmenlerin meslek gruplarına göre dağılımları ve envanterleri çıkarılmalı, aile bütünlüklerine dikkat ederek ihtiyaca göre dengeli bir dağılım yapılmalıdır.ABD ve Avrupa üniversitelerinin Irak ve Suriye’den gelen akademisyenlere nasıl kolaylıklar tanıyarak bünyelerine kattıklarına şahit oluyoruz. YÖK bünyesinde zamanında böyle bir çalışma yapılıp yapılmadığı hepimizce bir merak konusu. Ancak maalesef buna yönelik herhangi bir haber veya duyum şu ana kadar kulağımıza gelmedi.
Göçmenlerin yerli halkla aralarında çıkan uyuşmazlık ve nizanın sebepleri araştırılmalı, takip edilmeli ve daha büyük çaplı krizlere dönüşmeden doğru yönlendirmelerle ve gerekirse nüfus hareketleri ile problemler çözülmelidir…