Tüm noksanlıklardan münezzeh şanı yüce Allah, nebilerin misyonunu ve vahiy mesajlarının indiriliş sebebini, keza “Kitab” ile “Mizan”ın indiriliş gerekçesini şöyle açıklamıştır: “İnsanlığı adaletle ayakta tutmak için…” Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

“Doğrusu Biz elçilerimizi hakikatin apaçık belgeleriyle gönderdik; onlarla birlikte Kitab’ı ve insanlığı adâletle ayakta tutsun diye mizanı indirdik; ve içinde hem kahredici bir güç hem de insanlar için sayısız faydalar bulunan demiri indirdik: Ki böylece Allah, kendisine ve elçilerine gıyapta destek çıkanları seçip ayırsın: Şüphesiz Allah tarifsiz bir güç ve kuvvet, üstünlük ve yücelik sahibidir.” (Hadid 57:25).

Hz. Nuh aleyhis selamdan başlayarak Hz. Muhammed aleyhis selama kadar gelen tüm nebilerin esas gönderiliş amacı adalet ve eşitliği sağlamak olmuştur. Nitekim, Hz. Nuh mesajını toplumuna iletirken ileri gelen zevat, iman edip nebinin ardından giden insanları küçümseyerek onları etrafından uzaklaştırmasını talep ettiklerinde (kendini beğenenlere) şöyle cevap vermişti:

“İmdi ey kavmim! (Çabama karşılık) sizden bir bedel beklentisi içerisinde değilim! Benim (çabamın) karşılığı Allah’a aittir. Dahası, (bana) güvenip inanan kimseleri de etrafımdan uzaklaştıracak değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklar(ına inanıyorlar). Ve fakat bu arada, ben de sizin cahilce davranan bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum. Bakın ey kavmim! Eğer onları etrafımdan uzaklaştırırsam, Allah’tan gelebilecek bir cezaya karşı bana kim yardım eder? Bunu da mı düşünemiyorsunuz? Dahası ben size, “Allah’ın hazineleri benim gözetimimdedir” demiyorum; gaybın bilgisine sahip de değilim. Üstelik “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor görüp aşağıladığınız kimseler için “Allah onlara gelecekte bir hayır vermeyecek” demeye ise zaten yanaşmam: Allah onların içlerindekini çok daha iyi bilir; eğer böyle davranırsam o zaman ben de kendisine zulmeden biri olup çıkarım.” (Hûd 11:29-31).

Kureyş toplumu da aynı şekilde Hz. Muhammed’den Bilal gibi (himaye açısından) zayıf/ezilen müminleri etrafından uzaklaştırmasını talep etmişlerdi! Allah Teâlâ onların bu (küstah) talebi karşısında Hz. Muhammed aleyhisselama şu talimatı vermişti:

“Ve Rablerinin rızası uğruna sabah akşam O’na kulluk eden (hiç) kimseyi huzurundan kovma! Ne onların yaptıkları şeyden dolayı sen hesaba çekilirsin ne de senin yaptıklarından dolayı onlar hesaba çekilirler. Sözün özü: onları kovarsan zalimlerden olursun.” (En’âm 6:52).

Enbiyanın vahiy mesajıyla gönderilmesinin asıl amacı insanlığı adaletle ayakta tutmak olunca, nebiler doğrudan fiziki varlıkları itibarıyla hedef olmuşlar ve ortadan kaldırılmaları arzusuyla öldürülmüşlerdir! İnsanlar arasında adaleti ve eşitliği sağlamayı amaçlayan ve bunu emreden birinin hedef olacağı da açık ve anlaşılabilir bir hakikattir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın mesajlarını tanımayan, peygamberleri haksız yere öldüren ve insanlara fedakâr olmayı öğütleyenlerin kanına girenleri, yürek yakan bir mahrumiyetle müjdele!” (Âl-i İmran 3:21).

Qist” tüm insanlar arasında adaleti gözetmektir, sadece inananlar arasında değil! Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Şüphe yok ki Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hüküm vermenizi emrediyor…” (Nisa 40:58).

Peki ama adaleti, eşitliği ve gerçek eşitlik söylemini yaşadığımız dünyada en küçük topluluktan Birleşmiş Milletler gibi en büyük kuruluşlara kadar nasıl tesis edeceğiz? Zira, BM uluslararası meşruiyetten söz etmekte ama veto hakkını tanımaktadır! Dolayısıyla (en büyük küresel kuruluş olan BM) meşruiyet zemini açısından adalete/eşitliğe değil güce/kuvvete dayanmaktadır!

Ey ‘büyükler’ dünyası! BM’nin en azından herhangi bir demokratik ülkede görülen üç erkin ayrıştığı bir beşerî birlik kuruluşuna dönüşmesini kabullenmediğiniz sürece hiçbir değeriniz yoktur! Ancak bu aşamadan sonra “meşruiyet” kavramının ufukta belirmeye başladığını söyleyebiliriz. İşte o zaman müstekbirlerin/kodamanların koymuş olduğu “halklarının iradeleri gasp edilen üye ülkelerin iç işlerine karışmama” gibi eski kurallar bir bir düşmeye ve geçersiz olmaya başlayacaktır. Bu değişim bizi, halkların yerli zorbalardan ve dışarıdan gelen işgalci zorbalardan kurtulmak için çeşitli yöntemlere başvurarak “kendi geleceklerini belirleme hakkı” gibi (işletilmeyen) kurallarda güncellemeler yapmaya götürecektir.

İşiten iki kulağa sahip herkes şu çağrıya kulak vermelidir: Mevcut dünya düzeninin ve ilkelerinin yenilenmesi kaçınılmazdır! Zira savaşın galibi askerler tarafından konmuş olan küresel yasalar dünyanın yararına değildir. Ayrıca, tarih müstekbirlere ve müstazaflara (kodamanlara ve garibanlara) rağmen ilerleyişini sürdürmektedir. Dünya artık kabuğunu çatlatmıştır. Dolayısıyla eski yöntemlerle idare edilmesi mümkün değildir. Artık insanları idam ipi ve sopa ile korkutmak kâbil değildir, zira sihir bozulmuştur.

Nitekim bizler enbiyanın -aleyhimüsselam- insanlığı çağırdığı mesajlardan ve yaşamış oldukları tecrübelerden büyük bir yardım ve destek görmekteyiz. Zira tarih ilmi eski dönemlerin sınav sorularını ve neticelerini keşfedip açığa çıkarmaya başlamıştır. Bize düşen, deveran eden uzun zaman ve dönemler boyunca insanların unuttuğu ve yanıltıcı gösteriler sunan sihirbazlar gibi kavramlarla oynayanların insanları hakikatinden uzak tuttuğu bu düşünceleri yeniden insanlığın dikkatine sunmaktır.

Allah’ın günleri/dönemleri insanlar arasında döndürüp durduğunu bilenler bu hakikati idrak edecektir. Göründüğü kadarıyla Batı dünyası, diğer tüm toplumların birikimlerinden de yararlanarak kendi içlerinde önemli bir özgürleşme operasyonu gerçekleştirmiş durumdadır. İslam dünyasına düşen de narsist duygulardan arınarak, Karun’a ve mülkünün büyüklüğüne öykünmeden bu duyguyu bizzat yaşayanların düştüğü vartaya yeniden düşmemeye özen göstermektir:

“79. Ve işte bu kişi kavminin karşısına tüm görkem ve gösterişi içinde çıkmıştı. Yalnızca dünya hayatını isteyenler (ona bakıp) “Ah keşke, ne olurdu Karun’a verilen kadar bize de verilseydi! Şu kesin ki o gerçekten de çok şanslı biriymiş!” derlerdi.

80. Fakat bilgi (ve bilginin amacını kavrama) yeteneğiyle donatılmış olanlar da; “Yazıklar olsun size! İman eden ve Allah’ın razı olduğu iş işleyen kimselere Allah’ın verdiği ödül daha hayırlıdır; ama ona sabredenlerden başkası kavuşamaz!” derlerdi.

81.Nihayet onu da, evini barkını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek bir topluluk da yoktu; kendisi de, yardımı hak edenlerden biri olmadı.

82. Daha dün onun yerinde olmaya can atanlardiyorlardı ki: “Vay canına! Demek ki kullarından tercih edenin/tercih ettiğinin rızkını genişleten, tercih edenin/tercih ettiğininkini de sınırlayan Allah’mış! Eğer Allah bize lutfetmemiş olsaydı, elbet bizi de yerin dibine geçirirdi! Vay be! Görülen o ki, meğer nankörler asla iflah olmazmış?

83.İşte orada (bir de) âhiret yurdu var ki; Biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan ve fesat çıkarmak istemeyen kimselere tahsis ederiz: zira mutlu son sorumlu davranan müttakilerin olacaktır.

84.Kim huzura iyiliklerle çıkarsa, işte ona getirdiğinden daha hayırlısı vardır. Kim de huzura kötülüklerle çıkarsa, işte kötülük yapan o kimseler sadece yaptıklarının karşılığını görecekler.” (Kasas 28:79-84).

Ayetlerde anlatılan insanlar, günümüzde “veto hakkı”na öykünenlere ne kadar da benziyor!

Çeviri: Fethi Güngör