Hazreti Abdullah b. Ömer’den (ra), Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

“Dört şey sende olduktan sonra, dünyadaki kaybından sana bir zarar gelmez: Emaneti korumak, doğru söylemek, güzel ahlâk ve helâl lokma.” (A. İbn Hanbel, 2, 177)

Kâinatın Efendisi sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in saydıkları bu dört şeye baktığımız zaman onların, insan hayatı içerisindeki bütün erdemleri bir araya getirdiğini görürüz. Hayat ancak onlarla güzelleşir, insan da ancak onlarla erdemli hale gelir. Yani bunlar insanı, insan yapan erdemlerdir.

Kişilerin güzel vasıflarla muttasıf olma konusu öteden beri toplumların iyi kimseleri tarafından daima dile getirilmiş ve onlar üzerinde durulmuştur. Çünkü fertlerin güzel hasletlere sahip olması, cemiyet ve topyekûn bir millet hayatının güzelleşmesini sağlar. Birbirlerine saygı, sevgi ve hoşgörü dolu, haklara riayet eden bir millet ise, daima başarıdan başarıya koşar. Yüce Allah celle celâlühü de, işte böyle bir toplumdan razı olur. Onlar îman ve İslâm ehli olmak şartıyla, İslâm’ın öngördüğü bu güzel faziletlere sahip olacaklar ki, yaratılışlarına uygun bir hayatla birlikte, kendilerini yoktan var eden yüce Allah’ın da rızasına nâil olsunlar. Bu, kullar için ne güzel bir sonuçtur.

O halde insan olarak bizler, bu eşsiz sonuç için yaşamalıyız. Yaşamak denilen manâ, ancak böylesine önemli değerlere sahip çıkarak kıymet kazanacaktır. Yoksa dünyaya gelmenin ve yaşamanın ne anlamı olabilir ki?

Şimdi bakalım hadis-i şerifimizdeki maddelerden önce zikredilen ve dikkatlerimizi toplayan cümleye: “-Şu dört haslet sende olduktan sonra dünyadaki kaybından sana bir zarar gelmez!”

Demek ki onlar öylesine önemli değerlermiş ki, dünyanın kayıp ve zararları onların yanında bir hiç kalıyor. Zira kazanılması gereken dünyalıklar da bir nevî onlara bağlıdır. Yahut da kişinin malını kaybetmesinden, şahsiyetini kaybetmesi çok daha vahimdir. Şahsiyet ise ancak bu vasıflarla kazanılır. Çünkü insanın değer kazanması ancak emanete riayet etmesi, doğru söylemesi, güzel ahlâklı olması ve helâl kazancıyla mümkündür. Bunları üzerinde toplamayan insanlar toplumda değerli görünseler bile, ilk anda kuvvetle yanan ama az sonra hiç yanmayacak şekilde sönen yani patlayan lâmbaya benzerler.

El-Emîn

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin emaneti ilk sıraya alışları da ayrıca dikkatlerimizi çeker. Zira kendilerinin en belirgin vasfı “el-Emin”di. Bu tabii ki, aynı zamanda, doğruluğu gerektirecektir. Çünkü doğru olmayan emîn de olamaz.

Biliyoruz ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v.), kendisine düşman olanların bile emanetlerini muhafaza etmişlerdir. Hatta o; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (11 Hûd 112) âyetini kastederek; “Beni Hûd sûresi kocattı,” (Tirmizi 3293) demişlerdir.

Emniyet konusu özellikle ticari hayatta o kadar önem arz eder ki, Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz bakınız emîn ve doğru tüccarı nasıl müjdelerler: “Emîn ve doğru tüccar (kıyamet günü) peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizi, büyû 4)

Yüce Allah da, iyi kullarını kastederek şöyle buyurur:

“Onlar emanet ve ahitlerine riayet ederler.” (70 Meâric 32)

Emin olmak, emanete sahip çıkmak aynı zamanda doğru olmayı da gerektirir demiştik. Gerçekten de bunlar birbirlerine bağlı unsurlardır. Biri giderse diğeri de gider. Onun için hadislerde beraberce anıldıklarını görürüz.

Tabii ki bunlar mü’minlerin güzel vasıflarıdır. Bunların zıddı ise münafıkların sıfatlarıdır.

Rabbimiz de bir başka âyet-i kerimesinde şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun!” (9 Tevbe 119)

“Doğrularla beraber olmak”, doğru olmayı gerektirir. Aksi halde onlarla beraber olunamaz. Süfyan b. Abdillah es-Sakafî (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bana İslâm’ı öylesine tarif et ki, onu bir daha sizden başkasına sorma ihtiyacı hissetmeyeyim, dedi. Rasûlullah (a.s.) da şu cevabı verdi: “Allah’a inandım de, dosdoğru ol.” (Müslim, îman 62, 38)

Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz; “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim,” (Muvatta, kitabü’l-ahlâk 8) buyurmuştur. Kendilerinin ise bu en güzel ahlâka sahip olduklarını yüce Allah şöyle haber verir: “Şüphesiz ki sen, en yüksek ahlâk üzeresin.” (68 Kalem 4)

“Onun ahlâkı Kur’an idi”

Hz. Âişe (r.anhâ) ise onun ahlâkını soranlara; “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an idi,” (Müslim, salâtü’l-müsafirîn 139) demiştir.

İnsanı insan eden güzel vasıfların bütünü güzel ahlâkı meydana getirir. Bu yönüyle düşünüldüğü zaman, güzel ahlâk konusunun önemi çok daha fazla ortaya çıkar. Sabırlı olmak, olgun davranmak, affedici olmak, kızmamak, güler yüz-tatlı dil göstermek, gurur ve kibirden uzak durmak, kıskançlık göstermemek, hakkı teslim etmek, gıybet ve koğuculuktan sakınarak dile sahip olmak ve kötülüğe karşı iyilik yapmak gibi nice değerler, güzel ahlâkın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bütün bunlara sahip olan kul, ebedî saadetin anahtarını elde etmiş demektir. İşte âyet-i kerime ve hadislerde tebşir edilen kimseler de bunlardır. Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.” (3 Âl-i İmran 134)

Bu manâda Efendimiz’in (s.a.v.) şu duaları bizim de lisanımızda olsun:

“Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir.” (A. İbn Hanbel, 1/403)

Son madde ise helâl lokmadır. Bu konuda Rabbimizin bir ayet-i kerimesi şöyledir:

“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (2 Bakara 168)

Bir diğer ayette ise şöyle buyrulur:

“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helal olanlarından yiyin, bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş, helak olmuştur.” (20 Tâhâ 81)

Maddeleri bir bütün olarak düşünürsek, ancak evvelki üç maddeye sahip olmakla helâl lokma elde edilebilecektir. Bu da faziletli olmanın unsurlarını bir zincire benzetir. O zincirin halkaları birbirine geçmiş vaziyette olursa ondan istenen maksat ortaya çıkacaktır. Yoksa bazı halkaları kopmuş bir zincir, istenen hizmeti hiçbir zaman veremez. Ancak tamir ederek bu mümkün olabilir.

İşte kişilerin erdem zincirleri de birbirlerine bağlı olan erdem halkalarıyla meydana gelecektir.

Acaba bizler bu erdemlerin ne kadarına sahibiz?

İşte kendimize bunu sormalıyız…