Geçtiğimiz hafta, geleneksel dini anlayışın temsilcilerinin kitabî din ile yürüttüğü mücadelenin; bugün ilahiyat fakülteleri üzerinden devam ettiğini yazmıştık. Bu mücadele bir dönem ilahiyatların müfredatına müdahale şeklinde gerçekleşirken; son dönemde de haremlik selamlık eğitime geçişte ve usulünde kendini göstermektedir.
Baştan belirtelim ki bir eğitimci olarak eğitim öğretimin verimliliği ve hedeflerinin realizasyonu için talebelerin hemcinsleriyle aynı sınıflarda okuması fikrine karşı değiliz. Eğer bu uygulamada amaç eğitimle ilgili bir maslahat ise bu dönüşüme en çok ihtiyaç duyulan yerden, orta öğretimden başlamak gerektiği su götürmez bir gerçektir.
Anlaşılan o ki mezkur değişiklik eğitimle ilgili bir maslahat nedeniyle değil, dini bir anlayışın yansıması neticesinde karşımıza dikiliyor. Bu farkındalık ise haklı itirazlara mesnet teşkil ediyor.
Kanaatimiz odur ki bir dönüşüm gerçekleşecekse ilahiyatların kendi içinden bir talep ve değerlendirme neticesinde vuku bulmalıdır. Söz konusu fakültelerde İslam’ın geleneksel yüzünü de modern yönünü de temsil eden, alanında uzman pek çok hoca vardır. Haddizatında ilahiyatlar bu dönüşümü gerçekleştirebilecek tecrübe ve entellektüaliteye sahiptir.
Sayfayı çevirirsek…
Bir Müslüman bakışıyla ne tasavvufi kurumlara/kavramlara ne de cemaatlere karşı düşmanca bir yaklaşım ya da alerji içerisinde olunmasını kabullenmemiz mümkün değildir. Çünkü bugün Türkiye’de olgusal anlamda İslam’dan bahsediyorsak bunda cemaat ve tarikatların katıksız katkısı vardır. Aynı şekilde bugün özgün bir İslam düşüncesinden bahsediyorsak bunda felsefenin, fıkhın kelamın olduğu kadar tasavvufun da bir yeri ve değeri vardır. Elbette sahih dine ters düşen perspektifleri ve eylemleri yapıcı bir üslupla eleştirme hakkımız da saklıdır.
İtirazımız dini kurumların sivilliklerini kaybetmesi ve devletle aralarına mesafe koymama eğiliminedir.
İtirazımız bazı dini grupların, kendi dini yorumunu toplumun tümüne empoze etmeye çalışması; bunu yaparken de diğerlerini ötekileştirmesinedir.
Bu kalkışmayı en son yapan FETÖ olmuştur ve yaşananlar en çok zararı, en değerli, en masun, en kutsal olana yani din-i İslam’a vermiştir.
Öte yandan Mutezile’yi tarihsel ve felsefi olarak bitiren nedenlerden biri mihne politikası olduğu gibi; Eşarî düşüncenin körelmesi ve yenilenip gelişememesindeki en önemli etken de siyasi iktidarlara sırtını dayayıp politize olmasıdır. Bu meselede yakın-uzak tarihimizin bize öğrettiği onca şey varken aynı hatalara yeniden düşmek, safdillikten fazlasına işaret edecektir.
Tam sözün burasında; aksiyolojilerine tezat arz edecek bir şekilde, hırs ettikleri dünya için dini bir enstrümana çevirme çabalarına karşı; narkozlu nefislere Allah Resulü’nden bir hatırlatma: “Dünya bir leştir peşinden koşanlar ise köpektir…”
Bir önerim de Türkiye Müslümanlarına…
Gelin, gelinmesi muhtemel can sıkıcı noktalar için memleketin geleceği hakkında laiklerden daha önce biz endişe edelim. “Fe eyne tezhebûn”u, yani başkalarını bırakıp “asıl biz nereye gidiyoruz” sualini sorup istikamet kritiğini behemehal yapalım.
Bir de şunu hep hatırlayalım.
Teolojik müktesebatımız ve geleneğimiz farklılık üretmek hususunda, toprakların en münbiti. İşte sınav da tam burada! İhanete varmadıkça fikri ayrılıklar ne kadar kesret arz ederse etsin biz, aynı kadim medeniyetin mensuplarıyız. Ve mazlum ümmet kan revan içindeyken uğraştığımız şeyler, hiç de göktekilerin hoş göreceği türden görünmemektedir.
Hem zafer mi kazandık ki teferrüt edelim!
Şimdi elinde tuttuğun o epistemolojik nagantı indir Hacı!
Çünkü o silahı bana, yani kendi kafana doğrultmuşsun, anlasana!