Sanal medya ortamında ve gündelik hayatımızın içinde birçok sosyal demokrat/solcu ve ‘İslamcı’ arkadaşım müstehzi bir edayla; “Bak dindar olmakta ihanete mani değilmiş.” der gibi olup bitene bakmaktalar.

Şeytan kötü kılığında kimseye muhatap olduğu hiç görülmemiştir.

Aslında Şeytanın kötü, farklı şekillerde resmedilmesi de şeytani bir şeydir..!

Şeytan çirkin bir avrat kılığında hangi erkeği aldatabilir..!

Şeytan, Müslüman bir toplumda, açıktan fahişelik yapsa acından ölebilir. Bu yüzden bütün iblisler İslam coğrafyasında ekmek yiyebilmek için bu çarşafları giymek zorundadır.

Cemaat ve tarikat, hocalık ve şeyhlik, dindarlık şeytan için birer çarşaftır örtüdür. Kötülüğün iyiliğe örtü olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Kötülüğün örtüsü her zaman iyiliktir. Doğrunun örtüye ihtiyacı yoktur. Yanlış her zaman doğrunun örtüsüne muhtaçtır.

“Bast

ığın yerleri ‘toprak!’ diyerek ge

çme, tanı

…”

İstiklal Marşımız, ‘Bacıyanırum’/Fatma teyzelerin, ‘Gaziyanırum’/Şehitlerin ahfadı, ‘Ahiyanırum’/esnaf kardeşlerin eliyle insiyakını buldu…

12 gündür şu meydanlarda yaşanan, darbeyle gelen hercü-merc, İstiklal Marşımızın bu aziz milletin enfusundan afakına bir yürüyüşüne sebep olmuştur.

Siyasi ve ideolojik mühendislik tasavvur ve vehimlerle kavranamayacak ve epistemik analizlerle mahiyet ve hakikatinin izahı mümkün olmayan bir  ‘HAL’ yaşıyoruz milletçe.

Adı ‘hocaefendi’ olan bir haman eliyle, kurduğu teşkilatı ‘cemaat’, işi, ‘hizmet’ şeklinde, aziz İslam yurdunun göbeğinde kurulup, ‘okullar’ ve ‘şirketler’  ile küresel fıravunların emrinde, onların bir hesabının parçası olarak yayılan bir şeytani yapı, ‘Devlet’imizi ele geçirmeye yöneldi.

Bu yapı bizim kılığımıza bir çarşafa bürünür gibi bürünmüştü ve fakat unuttuğu bir şey vardı:

Bu aziz milletin şekline bürünülebilirdi ancak ruhuna bürünülemezdi.

Şeklimize bürünenler, bastıkları zemini tanımıyorlardı, yalnızca toprak zannediyorlardı. O toprak üzerinde yaşayan herkesi kendileri gibi zannediyorlardı.

Oysa o şüheda kanıyla yoğrulmuş toprağın bir ruhu vardı, o millet de bu ruhtan neşet etmişti.

Şeklen tecelliyat elbette siyasi ve sosyolojik elbiseler içinde olacaktı. Elbette bu satranç oyununda mücadele başlayınca, karşılıklı ak ve kara diye ‘şah’ı korumak için dizilen vezir ve kaleler, filler, atlar ve piyonlar olacaktı.

Olup bitenin şekline ve biçimine takılanlar, Ay’ı gösteren parmağa takılanlar misali, takıldıkları piyonun girdabında elbette boğulacaklardı.

Oysa hakikate olan, milletin kendisine bürünen iblisin elemanları ifritleri, İstiklal Marşı ruhunun rüzgarıyla temizliyor olmasıydı.

Cemaat gerçek manada meydanlarda cem olanlardı.

Ötekisi ‘the cemaat’ idi ve ‘the end’ vesselam…