“İman ne artar ne de eksilir” diyenlerin ve bu kanaati benimseyenlerin bakış açısı, iradenin bir anda/ tek seferde gerçekleşiyor olmasıyla ilintili olsa gerektir. Aynen Hz. Ömer ile Hz. Hamza’nın (Allah her ikisinden de razı olsun) bir anda kâfirlikten İslam’a geçmelerinde olduğu gibi… Bu kararlarından sonra iradeleri bütünüyle İslam’a ait olmuştur. Ancak insanın görevi bununla bitmiyor, İslam’ın hükümlerine ilişkin bilgisini de artırması gerekiyor. Bir insan iman ettiğinde, Allah’ın emrettiği tüm hususları kabul etmeye yatkınlık kazanır. Ancak henüz Allah’ın bütün emirlerini ya da bundan sonra emredeceklerini bilmemektedir. Ama öğrendiğinde (tereddütsüz) uygulayacaktır. İşte buna kâmil (tam, olgun) iman denir.

Ne var ki bu, imanın artmayacağı ya da azalmayacağı anlamına gelmez. Ancak iman etmek; gerçekleşme ve sabit olma/ karar kılma açısından Müslüman olmaktan daha hızlı ve kesindir. Lakin bu, imanın değişim kabul etmeyen yekpare bir birim olduğu anlamına gelmez. Bilakis iman hem artar hem de eksilir, bir şahıstan öbürüne de farklılık arzeder. Ayrıca imanın İslam ile de sıkı bir bağı vardır. İnsanın ilmi ve bilgisi arttıkça imanı da artar. Böylece hakkı/hakikati daha derinden kavrayıp daha iyi uygulama isteği de artmış olur.

Allah Teâlâ iman etmemizi (inanıp güvenmemizi) ve rızasına uygun davranmamızı emrediyor. Ancak ilim elde etmemizi, hazırlık yapmamızı, olayların iç yüzünü görebilecek bir basiret kazanmamızı, derin kavrayış sahibi olmamızı, âfak ve enfüs (dış ve iç âlem) ayetlerini iyice düşünmemizi ve yeryüzünü dolaşarak bizden önce gelip geçmiş toplumların (çöküş) yasalarını incelememizi de emretmektedir.

Bir hususun Kur’an-ı Kerim’de mevcut olması, o hususun kesin ve zorunlu olarak her Müslümanda da mevcut olduğu anlamına gelmez. Nitekim Allah Teala sadece ve sadece kendisine kul olmamızı emrettiği gibi yeryüzünü gezip incelemeler yaparak bizden önceki toplumların çöküşüne sebebiyet veren toplumsal yasaları kavramamızı da emretmektedir. Ama gel gör ki bu iki emr-i ilahi (ihlas ve doğruluk/isabet) Müslümanın hayatında dengeli bir şekilde tahakkuk etmiyor.

Mesela, Müslümanlar Allah Teâlâ’nın şu emrini zayıf da olsa yerine getirmek için çaba sarfederler: “Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve atlı birlikler hazırlayın ki Allah’ın düşmanını, kendi düşmanınızı ve ayrıca sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği öbür düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, size tam olarak ödenir. Haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl 8:60). Ne var ki aynı Müslüman Allah’ın şu emrine neredeyse hiç icabet etmemektedir:

“De ki: “Yeryüzünde gezin de Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığına bakın.” İlerisinde Allah, o son yapılanmayı da yapacaktır. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Ankebut 29:20). Veya; “De ki; “Yeryüzünde dolaşın da o yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün.” (En’âm 6:11).

Müslümanlar “kuvvet hazırlayın” emrini yerine getiremediğinde kusurunu fark ederek kendisini kınamaktadır. Oysa aynı Müslümanlar “yeryüzünü gezip inceleme” ve “önceki toplumların çöküşlerine yol açan toplumsal yasaları keşfetme” emrini yerine getiremediğinde vicdanlarında en ufak bir sızı bile duymamaktadırlar!

Hâlbuki yeryüzünü dolaşarak insan topluluklarının hayır ve şer (iyilik ve kötülük), huzur ve huzursuzluk gibi durumlarına yol açan sebepleri enine boyuna öğrenmek, bu toplumsal yasaları kavrayarak (geçmişte ve günümüzde) tüm dünyadaki birikim ve tecrübeyi derlemek Müslümanın Allah’ın emirlerine imtisal etmede kemal derecesine ulaşmasını sağlayacaktır.

Bu açıklamalardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Müslümanlar’ın eksiği iman ve irade hususunda değil anlama yetileri hususundadır. Ne var ki Müslümanlar olaya bu açıdan bakamadığından İslam âleminde noksan olanın iman olduğu zannına kapılmaktadırlar. Bu yüzden de Müslümanlar’ın mallarını ve canlarını Allah yolunda harcamadıklarını sanıyorlar.

Oysa ben şu görüşteyim: Müslümanlar arasında mallarını ve canlarını Allah yolunda harcayanlar mevcuttur. Ancak uzun yıllar boyunca ciddi araştırmalar ve istikrarlı dersler için çaba sarf edenlerle yeryüzünü dolaşıp çağımızda yaşanan küresel sorunları algılamak (ve çareler üretmek) için gayret sarf edenler son derece azdır, hatta nadirattandır.

Çeviri: Fethi Güngör