İslâm iktisadî esaslarını fıkıh ilminin genel çerçevesi dahilinde iktisat ilmi bağlamında vurgulayabilmemiz mümkündür. Ancak hemen bu aşamada cevaplamamız gereken ilk soru ise iktisat ilminin hangi gerekçelerden hasıl olduğudur.
İman edip rızâsına uygun işler yapanların dualarını kabul buyuran ve kendi lütfundan onlara fazlasını veren de O’dur. İnkârcılara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. (Şûrâ Suresi, 26. Ayet)
Şûrâ Suresi’nin 26. ayetinde Allah Teâlâ’nın, iman ederek rızasını kazanmak amacı doğrultusunda gayret gösteren kulların dualarını kabul buyurduğu ve lütfundan bu kullara fazlasını verdiği, ancak inkâr eden kulları ise şiddetli bir azabın beklediği vurgulanmaktadır.
Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama O dilediği ölçüye göre vermektedir. Çünkü O kullarının durumunu çok iyi bilmekte ve görmektedir. (Şûrâ Suresi, 27. Ayet)
Şûrâ Suresi’nin 27. ayeti, genellikle kulların zihinlerini meşgul ederek gayret göstermelerine rağmen akıl veya tecrübe ile sıhhatli bir sonuca erişemedikleri, dünya hayatındaki maddî imkânların kullar arasında hangi ölçüte göre pay edildiği hususuna açıklık getirmekte böylece Allah Teâlâ’nın iman ederek iyi işler yapan kullarına kendi lütfundan fazla vermesine ilişkin ayetin içeriğinde yer alan ifadenin doğru bir biçimde anlaşılmasına olanak vermektedir.
Şûrâ Suresi’nin 27. ayetinden anlamaktayız ki; Allah Teâlâ, yarattığı bütün kullarına akıl, bilgi, beceri, sağlık, servet vb. nimetleri eşit bir şekilde vermiş olsaydı, dünya üzerinde bir dirlik ve düzenden söz edilmesi mümkün olmayacaktır. İnsanlar kendilerini geliştirmek adına herhangi bir kaygı taşımayacak bu düşünce dahilinde düzenli bir istihdam ve çalışma hayatı haliyle maddî imkânların pay edilmesi adına denge ve sistem arayışı yani iktisat ilmi ortaya çıkmayacak, medeniyetler ve devletler kurulmayacak, dünyayı kaotik bir iklim saracaktır.
Ayrıca kulların iyi ve kötü kriterine göre rızıklandırılması söz konusu olsaydı, insanların yaratılış amacı yani yaşamın ve ölümün var olma sebebi sınav ortamı teşekkül etmeyecek böylece dünya hayatı anlamını yitirecektir.
27. ayet bu çerçeveye delâlet etmekle birlikte maddî imkânların pay edilmesindeki ölçünün ne olduğu konusuna da açıklık getirmektedir. Buna göre kullarının durumunu bilen ve gören Allah Teâlâ, maddî imkânları (rızık) dilediği ölçüye göre vermektedir ki bu ölçüyü beşer nezdinde idrak edebilmek mümkün değildir. Bu noktada kulların görevi makāsıdü’ş-şerîa çerçevesinde dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak imkânları elde etmek adına elinden gelen tüm çabayı harcamak ve kendisine Allah Teâlâ tarafından bahşedilenleri en iyi şekilde değerlendirmekle mükellef olduğu bilincini daima hatrında korumaktır.
İktisat ilminin hasıl olma gerekçesini bu şekilde vurguladıktan sonra kavramsal çerçevesini izah edebilmek adına çalışma ve kazanmanın fazileti ile mükelleflere yöneltilen teşvik mahiyetindeki hususları ortaya koymam gerekiyor. Ancak bu konu ayet ve hadislerle temellendirerek geniş çerçevede değerlendirebileceğimiz bir başlık olduğundan bunu İnşallah gelecek haftaki yazımda incelemek niyetindeyim.
Kur’an'a bakmak gözün nasibi, dinlemek kulağın nasibi, ezberlemek kalbin nasibi, tefekkür etmek aklın nasibi, yaşamak ise müminlerin nasibi. Ramazan bayramımız mübarek olsun. Rabbim hepimizi bir sonraki Ramazan ayına sağlıkla, esenlikle, huzurla kavuştursun.